Yeniçeri Ocağı’nın sonunu Yeniçerilerin kendi hazırladı
Yeniçeri Ocağı, 1363 yılında, Birinci Sultan Murad Hudâvendigâr (1326-1362-1389) eliyle kuruldu. 1826 yılında (15 Haziran) İkinci Sultan Mahmud Han (1785-1808-1839) eliyle ortadan kaldırıldı. 463 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nde ağırlıklı rol oynadı. Ocağı söndüren hâkan, ocağı kuranın 16. kuşaktan torunu idi.
Çeri, eski Türkçe’de “asker” demek. Asker kelimesi Arapça’dır. Yeniçeri Ocağı bir hassa ağır piyâde tümeni olarak kuruldu. Zaten başkomutan olan padişahın şahsına bağlı bir Kapıkulu Ocağı idi. Kapıkulu askeri, 1. Murâd’ın buluşu değildir. Selçuklu Türkiyesi’nde de vardı.
Hristiyan çocuklar askere alınıp çok uzun bir eğitimden sonra yeniçeri yapılıyordu. Bu sisteme devşirme usûlü denmektedir. Ancak 17. asırda az Hristiyan çocuk devşirildi. Devşirme sistemi esas bakımdan 1583’te ve kesin şekilde 1703’te terk edildi. 17., 18. ve 19. asır yeniçerileri eskileri gibi devşirme değil, Türk asıllıdır.
“KUL” NE DEMEK?
Osmanlı’da bütün vatandaşların padişahın kulu olduğu, ancak cumhuriyette vatandaş hukuku kazandıkları palavrası günümüzde yayıldıkça yayıldı. Osmanlı’da vatandaş, bugün ne isek o idi. Kul oldukları iddiasıyla yeniçeriler ve diğer Kapıkulu ocakları askerleri, imtiyaz iddiasında idiler ve gerçekten bazı imtiyazları vardı. Zira padişahın âzâd edilmiş köleleri şeklinde devşirilmişlerdi. Padişahın kölesi, bir çeşit çocuğu sayıldığı için, soyluluğun olmadığı Osmanlı toplumunda, gerçek bir imtiyaz iddiası idi. Bu imtiyazlarını yeniçeriler, isyan zamanlarında sık sık dile getirmişlerdir. Kul olmayan vatandaşların ise böyle bir iddiaları yoktu. Gerçek bu iken vatandaşa Cumhuriyet‘le hakları verildiği şeklinde babalarımıza, dedelerimize hakaret eden birtakım madrabazlar hâlâ bu inkılâp yobazlığını devam ettiriyorlar.
Padişah kulluğu (yani manevî oğulluğu) palavra idi. Hacı Bektaş Hazretleri tarafından kutsanarak kuruldukları diğer bir palavra. Zira Hacı Bektaş 1271’de -Yeniçeri Ocağı kurulmadan 92 yıl önce- ölmüştür ki Selçuklu dönemidir. Ancak yeniçeriler, 19. asırda bile çoğunlukla Bektâşî idiler. Bektâşî tekkeleri silme Sünnî idi. Şîî Bektâşîlik, İstanbul ve büyük beldelerimizde meçhuldü. Sultan Mahmud bu tekkeleri Sünnî olmadıkları için değil, yeniçerilerin toplanıp darbe planladıkları, haraç paylaştıkları dergâhlar olduğu için kapattı (40 yıla varmadan yeniden hepsi açıldı).
Yeniçerilerin öne çıkmasının gerçek sebebi, ocak askerlerinin büyük kısmının İstanbul’da bulunmasıdır. Yani padişahın yanı başında. Bu sebeple bazıları ihtilâle varan ve daha 17. asırda iki kardeş padişahı Genç Osman ile kardeşi -1900’lü yıllarda isminin başına Deli takılan- Sultan İbrahim’i öldüren isyanlar çıkardılar.
PADİŞAHIN YANI BAŞINDA
Diğer sınıflar çoğunlukla imparatorluk ülkelerine dağıldığı için, yeniçeri ve diğer kapı kulları gibi politik rol oynayamadılar. Yoksa yeniçeri tümeni, imparatorluk ordularımızda -tımarlı sipahi, akıncı, levend, azab gibi devşirme olmayan diğer sınıfların içinde- pek de büyük birlik değildi. Ancak savaşta padişahın hemen çevresinde hassa tümeni olarak bulundukları ve fedakârca, iyi talim gördükleri için maharetle savaştıkları için, çok nam kazandılar. Tarih ilmi olağanüstü olaylardan bahseder, olağan olaylardan pek bahsetmez. Ayrıca 16. asır yeniçerileri Hristiyan çocukları oldukları için, Avrupalı yazarlar, üstelik bunları İstanbul gibi imparatorluğun en büyük ve en kozmopolit şehrinde bulundukları için, çok üzerinde durmuşlar, diğer asker sınıflarımızdan az bahsetmişlerdir. Bazı Avrupa eserlerinde Osmanlı ordusunu yeniçerilerin oluşturduğu bile yazılmıştır.
İstanbul’un Fethi’nde (1453) sayıları 3000’den ibaretti ve sayıca en zayıf piyade birliğimizdi. Fâtih, saltanatının sonuna doğru (1481) sayılarını 10.000’e çıkardı. (Fâtih’e ve babası İkinci Bâyezîd’e, Fatih’in torunu Yavuz’a bile kafa tutmuşlardır.) 1595’te 13.500 olan sayı Türk asıllıların da kabulüyle birden 26.100’e yükseldi. 4. Murad (1612-1623-1640), haklarında amansız davranarak ağabeyi Genç Osmân’ın intikamını aldı. Sayılarını 35.515 iken 17.000’e indirdi. 1826’da -kağıt üzerinde- 100.000 yeniçeri vardı. Şehid olmadıkça geriye tek adım atmayan bu ağır piyade tümenimiz, 19. asrın ilk çeyreğinde düşman görünce kaçmakla yetinmeyip kendi ordugâhlarını yağmalayan, komutanlarına kılıç çeken, hâkan-halîfelerimizi tehdîd eden, İstanbul’un sokak kabadayıları, kaldırımların ali kıran baş kesenleri, esnafın haraççıları hâline gelmişti. En küçük bir reform kabûl etmiyorlardı. Sultan Mahmud -kelle koltukta- haklarından geldi. Büyük reform ve inkılâplarda kısa zamanda büyük yanlışlar da yapılır. Sultan Mahmud, yeniçerilerin Aksaray’daki (Etmeydanı) genel karargâhlarının arşivinin top ateşiyle yakılmasına, yeniçeri başlıklı mezar taşlarının -bugün örnekleri yoktur- kırılmasına, yeniçeri askerî bandosu muhteşem Mehter-hane-i Hâkaanî’nin kapatılmasına da izin verdi. Bugünkü ordumuzu ve askerî okullarımızın o zaman dünyada birinci sayılan Fransa örneğine göre kurdu. Padişahın öz ve imtiyazlı kulları geçinen muhteşem bir Ocak, çağdaş reformu kabûl etmez duruma düşünce, tarih kanunları hükmünü icrâ etti: Silinip gittiler.
Kitaplar arasında
Türk milliyetçiliğinin en kıdemli ve etkili fikir dergisi TÜRK YURDU‘nun Ocak 2011 tarihli 281. sayısı çift sütuna 250 büyük sayfalık bir kitap hacminde çıktı. Derginin 100. yılı dolayısıyle son asrın birçok Türk milliyetçisinin güzel biyografileri var. Gökalp’ten sonra onun “Türkçülük” dediği milliyetçi ekolünün en büyük fikir adamı ve devamcısı Nihal Atsız eksik kalmış. Bir de İsmet Tümtürk yazılmalıdır ki, ben onun kadar kendini gizleyerek Türk milliyetçiliğine candan hizmet eden az arkadaş tanıdım. Daha çok Türk Yurdu’na yazanların ele alındığı anlaşılıyor. Atsız-Tümtürk ikilisinin ise kendi dergileri vardı. Türk Yurdu‘nun bu özel sayısı, Türk tefekkür tarihi ile ilgili herkesin okuması gereken bir eser. Genel yayın müdürü Prof. Dr. Çağatay Özdemir’i kutluyorum.
Yılmaz Öztuna
yilmaz.oztuna@tg.com.tr