Ustasına bak çırağını al
NE UMDULAR
Mısırlılar devrim ile heyecanlanır “Hür Subayları” bağırlarına basarlar. Hep birlikte çalışacak, ilerleyecek, adilce paylaşacaklardı.
NE BULDULAR
Abdünnasır halkı sukut-u hayale uğratır. Mısırlılar daha fazla hürriyet beklerken zulümle tanışır. O yasak, bu yasak, nefes alamaz olurlar.
USTASINA BAK ÇIRAĞINI AL
Abdünnasır öncelikle askerdir. Ama iyi bir komutan olamaz… Üç beş Yahudi karşısında hezimete uğrar… Peki iyi bir ekonomist midir? Aksine devletçidir, hem de yabancı yatırımcıyı kovacak kadar… Mahir bir siyasetçi midir? Maalesef, bağlantısızlardaki gücünü boşa harcar. Birleştirici bir isim midir? Evet, ama kavmiyetçilik izmcilik yapmasa. Peki demokrat mıdır? Ne yazık ki hayır. İhtilalcilerin ortak özelliği halka güvenmemeleridir. Seçim gibi mühim bir işi vatandaşa bırakamazlar. Haa sandıktan % 99.95’le çıkar, o başka…
Mısır’da yönetim hâlâ generallerin elinde. Akıbetleri hayrola!
Mısır binlerce yıl Pers, Grek, Roma, Bizans, Türk, Çerkez idaresinde kalır. Firavunlar da ya Yemenli, ya da Nubyalıdırlar.
1880’lerde Ahmet Arabi adlı kanaat önderi “Mısır Mısırlılarındır” diye slogan atar. Etrafına hayli adam toplar. İngilizler vaziyetten vazife çıkarıp Mısır’ı işgal ederler, hareket Londra’ya yarar. İngiliz büyükelçisi “müstemleke valisi” gibi davranmaya başlar. O kadar ki Mısır ordusunu kullanarak Sudan’a saldırır, Afrika’ya yayılırlar.
Allenby % 90’ı Müslüman olan bir ülkenin baskıyla elde tutulamayacağını bilir, “muhtariyet istiyorlarsa verelim” der, örtülü sömürüden yanadır zira.
Bir yanda Hidiv, bir yanda Vefd Partisi, bir yanda Britanyalılar…
Bu üçlü yönetim Mısırlıları bizar eder, Hasan El Benna’nın kurduğu İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) güç kazanmaya başlar.
İSTİKBAL
Efendim Abdünnasır 1918’de Asyût’ta doğar. Babası Cemâl Paşa hayranıdır, adını bu yüzden Cemâl koyar.
Cemâl mektebe yeni başlamıştır ki validesi vefat eder. Babası bir daha evlenir, özlük, üveylik girer araya. Geçimsizlik artınca onu İskenderiye’ye yollarlar. Dayılarının yanına…
Ninesi teyzesi öksüzdür der hoş tutar. Dersler de iyi gitmez, geçer ama düşe kalka…
Ergenlik yıllarında ne ele sığar, ne avuca. Kod adı vukuattır, adeta bela arar.
Bir bakarsın kavmiyetçi kesilmiş, bir bakarsın sol sloganlar çığırmakta. İhvân-ı Müslimîn, Hürriyetçiler, Vefd Partisi, kızıllar… Hepsine girer çıkar.
Bir ara nümayişte yakalanır, tutuklanır, hapiste İngiltere hesabına çalışan “Genç Mısırlılar”la tanışır. Çıkınca Haki Gömleklilere takılır, bunlar İtalyan faşistleri gibi tek tip giyinir ona buna sataşırlar.
O dönemleri bilirsiniz işte. Gençler ne istediklerini bilmez, düzene disipline karşıdırlar…
Gerçi Abdünnasır devlet başkanı olduğunda da kararını vermiş değildir. Saçı sakalı ağarır, hâlâ istikamet arar.
İÇTİMA
Başıboşluk, parasızlık… İşleri de rast gitmez… Polis olmak ister, “hadi ikile” buyururlar.
Hukuk fakültesine girer, kıvıramaz. O günlerde subay ihtiyacı artmıştır, harp okulu külliyetli miktarda talebe alacaktır. Sen de gel, sen de gel. Cemal de arada kaynar. Neyse, mezun olur, bir süre Asyût ve İskenderiye’de vazife yapar. Sonra Sudan’a tayini çıkar. İş güç yoktur, Enver es-Sâdât (onun babası da ittihatçıdır, diğer kardeşlerinin adı İsmet ve Talat) ile gölgelere yatıp, vatan kurtarırlar. Bilahare Dubbâtü’l-ahrârı (Hür Subaylar) kurar, kışlaya siyaset sokarlar.
O yıllarda petrol paraları görgüsüz zenginlerin dengesini bozar, şeyhler kadınlar gibi inciler takar, keçilerini kadillakla dolaştırırlar. Birinde hiç yok öbüründe çuvalla… Bilirsiniz bu muhabbetler her zaman prim yapar.
Abdünnasır Askerî akademiye muallim olunca, genç subaylarla haşır neşir olur, teşkilat palazlanmaya başlar.
Birinci Arap-İsrail Savaşı’nda (1948) Filistin’e yollanır, (hakkını yemeyelim) ölümüne çarpışır. Adı “Fâlûce kaplanı”na çıkar. O artık efsanedir, yürü seni kim tutar?
İNFİAL
İngilizler her şeye burunlarını sokar, Mısır halkına köle muamelesi yaparlar. Başbakan Nehhâs Paşa dayanamaz işgalcilerin sığındığı antlaşmayı iptal eder. İnglizler de İsmâiliye karakolunu basar, gencecik polisleri kurşuna dizip güç gösterisinde bulunurlar. Halk pek kızar, ecnebi binaları saldırıya uğrar. İngiliz Büyükelçisi topçu birlikleri ile gelip sarayı kuşatır ve “Nehhâs Paşa’nın azlini” arzular.
Kral Faruk’un yapacağı çok şey yoktur, Ali Mahir Paşa’yı başvekil ilan edip krizi atlatmaya bakar. Yeni Başbakan daha da dişli çıkar, görüşmeleri resmen tıkar.
Tam zamanıdır, ortalık toz duman. Hür subaylar fırsat fırsattır deyip darbe yaparlar (23 Temmuz 1952) Hidiv’e 48 saat süre tanır, memleketten kovarlar.
Kral Faruk’un da umurundadır sanki, “öptüm canım” deyip bavullarını toplar, ver elini İtalya…
Yoksa… Sadece muhafız kıtasıyla ümüklerini sıkar, çarıklarını çoraplarını geçirir başlarına…
Bir devir kapanıp, bir devir açılır. Sadece 45 dakikada… Darbecilik böyle bir şeydir işte, ne emek ister, ne çalışma… Dün sıradan bir kıta subayısınızdır, bugün en abuk laflarınız bile tunçtan harflerle çakılır duvara.
İHTİYAT
Cemal çok kazık yemiştir, yoğurdu üfler, yaşa basmaz. Hırslı bir general olan Necib’i öne sürer, çekilir perde arkasına…
Nasıl olsa ihtilâl konseyi emrindedir, sözünden çıkmazlar.
18 Temmuz 1953’de Cumhuriyet ilân edilir. Muhammed Necîb’i hem Cumhurbaşkanı, hem Başbakan yapar. Kendi İçişleri’ne bakar ve tabii ki “muhaberata!”
General Necib’e bir yıl kadar dayanır, ihtiyacı kalmayınca silkeleyip atar.
Artık tek adamdır, hikmet buyurmaya başlar. Düşüncelerini “sitte umde” adı altında açıklar. Buna göre Süveyş İngilizden arındırılacak, toprak reformu yapılacak, kapitalizmle savaşılacak, sosyal adalet sağlanacak, güçlü ordu ve demokrasi kurulacaktır…
Abdünnâsır her ne kadar bilimsel sosyalizmden bahs açsa da kuru bir mataryalist olamaz. Arap ülkelerinde Marksistler bile ölçülüdür, bizdeki gibi Allah’a ve Resulüne düşmanlık yapmazlar.
Ve sıra gelir İhvânlara… Abdünnasır bir zamanlar mensubu olduğu örgütün sempatizanlarını kışla ve mekteplerden ayıklar. Bir gecede binlercesini içeri aldırır, ki bunların çoğu zindanlarda ölecek, sessizce ortadan kalkacaktırlar.
Sen akıllı uslu insanları tasviye edersen, teşkilat aşırılara kalır. Mezhebsizler reformistler söz sahibi olurlar.
İHTİLAF
26 Ekim 1954…
O gün Abdünnâsır İskenderiye’de halkın önüne çıkmıştır. Bir silah patlar, fail yakalanır ve tabii ki İhvân-ı Müslimîn üyesi olduğu anlaşılır. (demedim mi ben size hesabı) Geri kalanları da bu bahane ile toplar, ihtilâl mahkemesi teşkilâtın yedi lideri için kalem kırar.
Artık önü açıktır, kimse hesap soramaz ona.
Bütün siyasi partileri kapar, mallarına el koyar. Gazete ve mecmuaları yasaklar. Yarı resmi El Ahram nelerine yetmiyordur di mi ama…
Toprak reformu hem ümitleri filizlendirir, hem de yeni yeni yaralar açar. Muhalifleri dinleme lütfunda bulunmaz, doğruca zindana yollar. Tarım ağalarının sanayiye soyunacaklarını sanmıştır ama öyle bir şey olmaz. Paralar çarçur olur, küçük bir kısmı emlaka yatar.
Abdünnasır arayış içindedir hâlâ, Batı’ya yaklaşır, yüz bulamaz. O da gider Ruslarla içli dışlı olur, Kruşçev’e taşaronluk yapar.
Bir ara Kahire’deyim Nil’e bakan albenili evler gördüm. Mermer girişli, cephesi işlemeli, belli ki geniş ve ferah. Sordum “burada kimler oturuyor?”
-Ruslar.
-Ne işleri varmış?
-Abdunnasır’ın mirası… Takriben 20 bin kişiler. Müzik öğretiyor, piyano keman dersleri veriyorlar.
İSTİBDAT
Bilirsiniz darbeciler genellikle anayasayı oylatır, kendi başkanlıklarını da araya sıkıştırırlar. Amerika’yı yeniden keşfetmenin alemi yoktur, Nasır da öyle yapar.
Artık ipler elindedir, kartlarını açıktan oynar. Batılılara sorar “siz bize silah satıyor musunuz, satmıyor musunuz?”
Bakar cevap yok, ver elini Çekoslovakya!
Ardından İngiltere’ye döner “söz vermiştiniz, uçlanın paraları Asvan barajına başlıycaz!”
“Bi düşünelim de filan…”
-Öyle mi? Süveyş kanalını millileştireyim de görün o zaman.
Süveyş dediğin Hindistan yolu İngiltere buna dayanamaz, savaş çıkarır icabında.
Nitekim korkulan olur, İsrail birlikleri karadan ilerler, İngiliz ve Fransız tayyareleri bomba yağdırırlar.
Gelgelelim SSCB ve ABD ağırlığını koyar, işgalcileri geri bastırırlar. Nâsır da kolay bir zafere imza atar.
Sen misin bana sillah çeken, memlekette ne kadar İngiliz ve Fransız müessesesi varsa el koyar. Sigorta şirketleri , bankalar…
Her darbeci gibi o da evhamlıdır, koltuğuna yan bakanın gözünü oyar. Basını sansürler, halkın toplantı, seyahat hürriyetini sınırlar.
İcraat anlatmaya bayılır. Oku oku ferman… “Bitir de muganiyye dinleyelim” diyen fellahlara çok kızar. Sırf bu yüzden Ümmü Gülsüm’e “radyo yasağı” koyar..
İTTİFAK
Mısır ada gibi yalnız kalamaz, Abdünnasır o günlerde yıldızı yükselen Nehru, Çu En Lay ve Tito’nun tavsiyelerine uyar, bağlanır “bağlantısızlara”.
Bandung Konferansında hayli sempati toplar. Üçüncü Dünya ülkeleri üzerinde nüfuzu artar.
TC ile mesafelidir. Gerçi o yıllarda monşerlerimiz reylerini Siyonistlerden yana kullanır, Arapları iter kakar, ciddiye almazlar.
Yıl 1958… Abdünnasır, Suriye ile birleşerek “Birleşik Arap Cumhuriyeti”ni kurar, ardından Ürdün ve Arabistan’a da çağrı yapar.
Ancak Kahire merkez, Suriye’nin dertlerini umursamayınca… Birlik dağılır… Sen yoluna, ben yoluma…
Abdünnasır bilahare Arap Sosyalistlerini organize eder, Ortadoğudaki devrimci hareketlere destek sağlar. Meselâ Yemen’de taraf olur, ihtilalcilere omuz çıkar. Neticede ülke bölünür, SSCB peyk kazanır hiç yoktan.
Derken Ürdün ve Irak’la askeri ittifak imzalar. Eğer birlikte yüklenirlerse İsrail iki gün bile dayanamaz.
Resmi geçitler, tanklar tayyareler katyuşalar… – Haritadan sileceğiiiz
Yaşaaa!… Varol!.. Alkışlar…
Savaş için lüzumlu şartları hazırlar, beklemeye başlar. Halbuki kavganın tek kuralı vardır: “İlk vuran kazanır!”
İSTİFA
Onlar nutuk atarken, İsrail baskın yapar.
Mısır hava kuvvetleri topyekun imha!
Buna rağmen Ürdün Emirine telefon açar. “Hüseyin’im İsrail uçaklarını düşürdük. Zafere yürüyoruz, sıra sizde, vurun dağılacaklar!”
Sunturlu yalan!
Ürdün önünü göremez, saplanır mı kaosa. Doğu Kudüs ve Batı Şeria da elden çıkar. Suriye ise Golan tepeleri ve Kuneytra şehrini kaybeder o kargaşada.
Gaflet, rehavet, ihanet… Düşünebiliyor musunuz Mısır askerinin belindeki mermi, elindeki silaha uymaz. Pes yani… Bu kadar da olmaz.
Yahudiler çok az bir kayıpla (800 filan) gelir, Şarm el Şeyh’e dayanırlar. İsrail toprakları 3 kat büyümüştür, Siyonistler kibre kapılırlar. Hani Abdünnasır’a “üstün hizmet madalyası” verseler yeri var.
Arapların neredeyse 20 bin şehidi vardır, yaralılar ise sayılamaz. Abdünnasır ağlamaklıdır, “hata bende” der, istifa ettiğini açıklar.
Birileri devreye girer, kalabalıkları çığırtırlar. “Cemal Baba! Bizi bırakma!”
Haşmetlileri “Eh mâdem” buyurur, “kalayım o zaman.” Ölünceye kadar da (28 Eylül 1970) koltuğundan kalkmaz.
Ne hazindir ki onun ardından bir başka darbeci (Enver Sedat) Başkan olacak, İsrail’i tanıyacaktır.
Mübarek ise Tel Aviv’e toz kondurmayacak, Gazze’ye kan kusturacaktır.
Dönelim başa… Evet Kral Faruk yemesini içmesini, gezmesini tozmasını seven aristokrat biridir ama devlet geleneğine vakıftır. Vebali kendine, halka zevali olmaz.
Abdünnasır güya popüler liderdir, kahramandır! Görün başımıza ne işler açar.
İrfan Özfatura