Teknolojik Liderlik İçin Ticaret Savaşları
Ticaret savaşları ile ilgili endişelerin hep gündemde kaldığı bir dönemden geçiyoruz. Gün geçmiyor ki uluslararası ticareti baltalayacak yeni bir korumacı haber çıkmasın.
Bir Çin atasözü “maymunu korkutmak için tavuğu kesmekten” bahseder. Büyük ihtimalle hepimiz bir şekilde takip ediyoruz, Amerika ve Çin arasında ısınan sular, tehdit içeren Twitter mesajları, karşılıklı gidip gelen delegasyonlar ve yüz milyarlarca dolar büyüklüğünde yaptırımlar, daha da büyük yaptırım tehditleri vesaire… Bütün bu kargaşa içinde asıl “maymun”, yani asıl mesele ne acaba?
Son dönemde Trump yönetiminin Soğuk Savaş dönemlerinden kalma çok etkin bir savaş aracım devreye soktuğuna tanık oluyoruz: Amerikan devlet başkanma tek taraflı olarak ticari yaptırımlar kararı alma yetkisi tanıyan 1974 tarihli Amerikan ticaret yasasının 301’inci maddesi dünya genelinde büyük endişe yaratıyor. Küresel ticari kuralların olmadığı bir dönemden kalan ve aslında 1995’te Dünya Ticaret Örgütü’nün hayat bulması ile varlık amacını büyük ölçüde yitirmiş bu eski yasaya dayanarak Tump yönetiminin özellikle direkt Çin’i hedef alarak açıkladığı vergi uygulamaları ve ticari yaptırımlar dünya genelinde yeni ticaret savaşlarının başlangıcı olarak yorumlanıyor. Serbest ekonominin anavatanı olarak kabul edilen Amerika’nın bu kadar korumacı bir kimliğe bürünmesi ve devlet tekelinin her alanda ön planda olduğu izlenimini taşıyan Çin’in ise küresel serbest rekabeti savunuyor olması tabii ki son derece enteresan bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Çelikte yüzde 25, alüminyumda yüzde 10 gibi dünya ticaretinin yönünü değiştirecek büyüklükte yeni vergiler, otomobil sektöründe karşılıklı tehditler ve son olarak da Trump’m 100 milyar dolar büyüklüğünde yeni yaptırım açıklamaları kafaları karıştırıyor.
Tabii gelişmelerin biraz da medyatik bir yönü var. Önümüzdeki günlerde Çin’i ziyaret edecek olan Amerikan ticaret heyetinin yaptığı açıklamalara ve yeni yeni ortaya çıkan analizlere bakılınca asıl müzakerelerin Amerikan delegasyonunu içinde yaşanacağı izlenimini veriyor. Larry Kudlow yukarıda bahsettiğimiz çelik ve alüminyum başta olmak üzere binlerce ürün üzerinde Amerikan yönetiminin tek taraflı olarak yürürlüğe alacağı ilave vergilerin Amerika’da milyonlarca işgücü kaybına neden olacağını görüşüne bir makalesinde yer vermişti. Keza Hazine Bakanı Steven Mnuchin de serbest ticareti savunan bir ekonomist olarak öne çıkıyor. Ama heyette müzakereleri yönetecek Robert Lighthizer gibi özellikle fikri mülkiyet konularında Çin’e çok yüklenen ve daha da sert bir tavır alınmasını savunan kişiler de bulunuyor.
Ortalıkta öylesine büyük rakamlar dolaşıyor ki, insan “Esas konu bütün bunlar değilse ne acaba?” diye düşünüyor. Sanıyorum ki bütün bu tartışma içinde asıl “maymun” yüksek teknoloji, Büyük Veri ve yapay zekaya doğru giden teknolojik liderlik yarışı.
Olup biteni anlamak için aslında 2007-2008 yıllarına dönmemiz gerekiyor. Bu iki sene boyunca hayat bulan yenilikleri şöyle bir sıralayalım isterseniz: iPhone, AirBnB, Linkedln, Hadoop, Blockchain, Bitcoin, Twitter, Facebook, Github, Android, Cloud, IBM Watson, Kindle… Arkasından gelen küresel finansal kriz nedeni ile çok da farkında olmadığımız muhteşem dönem… Tabii kim bilir bu süre zarfında hayata geçip sonrasında tutunamayıp yok olan daha yüzlerce benzer uygulama ve teknoloji… Dünya ekonomik buhran ile uğraşırken kendi alanlarında çığır açan bu teknoloji şirketleri yollarına devam etti. Keza aynı yıllarda kendine yaşam alanı bulan BATs (Baidu, AliBaba, Tancent) ve ticari hayatı yeniden tasarlayan Amazon, Oracle, Salesforce gibi şirketleri de listeye ekleyince, aslında günümüzü şekillendiren birçok uygulamayı ve şirketin son 10 yılda nereden nereye geldiğini daha iyi anlıyoruz. Bunlar ve benzeri uygulamaların hub ekonomisi olarak kendi alanlarında küresel ve vazgeçilmez bir platform halini alması, aslında bu sürecin belki de ilk adımıydı.
Aynı dönemde teknolojinin maliyetinde yaşanan gelişme ise baş döndürücü: Mesela son 10 yılda 3D printing alanında maliyetler 400 kat azalırken, bu maliyet azalışı sanayi robotlarında 500 kat, drone ve solar teknolojilerde bin 200 kat oldu. Mesela 2000 yılında 10 bin dolara mal olan bir tam vücut MR’ı günümüzde 500 dolara mal oluyor.
Tabii bu süreçte Çin çok önemli bir rol oynadı. 1980’lerin sonunda 300 bin nüfuslu olan Shenzhen, günümüzde 10 milyon insanın yaşadığı dev bir metropol haline gelirken bu gelişmenin temelinde bütün şehir genelinde uygulanan ‘open source’ teknolojik gelişim yaklaşımı yer alıyor. Her sene 9 milyon Çinlinin STEM konularında mezun olduğunun ve geçtiğimiz sene içinde Çin’in batı dünyasından 80 bin doktora mezunu vatandaşını geri çağırdığının da altını çizmemiz gerekiyor. Öte yandan, bütün dünyaya internet bağlantısı sağlayacak olan ve “oneweb” gibi yüzlerce uydudan oluşan networklerin hayat bulacağını da biliyoruz. İşte böyle bir teknolojik devrimin arka planda yaşandığı bir süreç içinden geçiyoruz. Yani aslında asıl teknolojik devrim daha yeni başlıyor.
Bilgisayar çipi üreticisi Qualcomm’un Çin devleti destekli Broadcom tarafından 117 milyar dolara satın alınması, Amerikan hükümeti tarafından ulusal güvenlik endişeleri nedeni ile geçtiğimiz Mart ayı içinde bloke edilmişti. Keza geçtiğimiz sene Eylül ayında Trump yönetimi yine Çin devleti ile ilişkili Canyon Bridge Capital Partners’ın Amerikan cip üreticisi Lattice Semiconductors’ı almasını engellemiş, Nisan 2016’da ise Obama yönetimi başka bir Çinli yatırımcının Kaliforniya’da yine aynı sektörde önemli operasyonları olan Alman Aixtron firmasının sermayedar olmasına izin vermemişti.
Bütün bu karmaşa içinde Amerikan yönetimi İran ve Kuzey Kore’ye teknoloji ihraç ettiğini tespit ettiği (ülkemizde Netaş’m da yeni büyük ortağı) ZTE’ye bugüne kadar benzeri görülmemiş bir ceza kesti. Daha da beteri Huawei’nin başına gelecek gibi duruyor. Her ne kadar Çin tarafı bunun son derece haksız bir yaptırım olduğunu iddia etse de geri dönüşü olmayan bir sürece girmiş dürümdalar. 93 milyar dolar piyasa değeri olan Huawei’nin Amerikan teknoloji ürünlerine erişiminin yasaklanması, Google Android ve Apple İOS tarafından neredeyse tamamen kontrol edilen akıllı telefon işletim sistemleri pazarına yeni bir oyuncunun girmesinin önünü tamamen keseceğe benziyor. Geçtiğimiz günlerde Hollanda ulusal güvenlik yetkilileri Çin’i ziyaret edecek iş adamlarına ve devlet erkanına normalde kullandıkları bilgisayar ve cep telefonlarını yanlarına almamalarım tavsiye etmişti. Çinli bilgisayar şirketi Lenovo’nun, 2014 senesinden beri Amerika’ya ihraç ettiği bilgisayarların içine zararlı bir program yüklediği tespit edilmişti. Bakalım ZTE ve Huawei’den sonra Lenovo’ya nasıl bir ceza gelecek…
Dünyanın en büyük bilgisayar çipi üreticisi olmasına rağmen Çin, yarıiletken (semiconductors) teknolojisinde arzu ettiği yerde değil. Bu alanda 200 milyar doları aşan yıllık ithalatı, Çin’in petrol ve türevleri ithalatından daha büyük. Tabii söz konusunu olan sadece ithalat rakamı değil, asıl mesele son derece önemli bu stratejik sektörde ve bu sayede en kritik teknolojik sektörlerde liderlik savaşı…
Öte yandan Büyük Veri ve yapay zeka konusunda Çin giderek çok önemli bir oyuncu oluyor. Mesela Şanghay merkezli Yitu Technology’nin yüz tanıma teknolojisi, geçtiğimiz sene yapay zeka konusunda çok önemli İlci ödül kazandı. 1,5 milyarı aşan nüfusa sahip Çin’de güvenlik güçlerinin kullandığı bu teknoloji ile ilgili şaşırtıcı haberler geliyor. Daha geçen hafta 60 bin kişilik bir konser salonunda yapay zeka ve benzer teknolojiler sayesinde güvenlik güçlerinin daha konserin ilk dakikalarında seyirciler arasından bir suçluyu tespit edip nasıl yakaladıklarını anlatan haberler yer aldı Çin basınında…
Yapay zeka üzerine faaliyet gösteren şirketler, bu alana yapılan yatırımlar, patent sayıları gibi konularda Çin çok önemli bir ivme yakalamış durumda. Hatta Xi Jinping’in “Made in China 2025” planının temelini yapay zeka oluşturuyor. Geçtiğimiz sene Google iştiraki DeepMind tarafından geliştirilen bir sistemin Çin GO şampiyonu Ke Jie ile berabere kalması Çinli yöneticiler için dönüm noktası oldu diyebiliriz. Bu alanda yapılan çalışmaların ticari ve ekonomik boyutunun yanı sıra savunma sanayii için de muhteşem sonuçları olacağı aşikar.
Yani olup biten her ne kadar dünün teknolojisi ve bugünün ürünleri üzerinden ticaret savaşları gibi görünse de aslında temelde yaşanan rekabet, geleceği kimin nasıl şekillendireceği üzerine.
Homo Sapiens kitabının yazarı Harari, Davos’ta yaptığı konuşmasında dijital diktatörlüklerden bahsediyordu. 20’nci yüzyılda parlamenter demokrasilerinin dikta rejimlerine göre daha başarılı olduğunu söyleyen Harari, bunu demokrasi rejiminin çok merkezli veri analizine ve kullanımına izin vermesine bağlıyordu. Her şeyi bilen ve her konuda karara etkisi olan bir diktatör yerine her alanda uzmanların veriyi, bilgiyi en işi şekilde değerlendirip karar alıp uygulamaya sokmasının kesinlikle daha etkin bir sistem olduğunu açıkladıktan sonra, günümüzde Büyük Veri ve bunu kullanma kapasitesi olan bilgisayar gücü ile algoritmaların varlığı sonucunda belki de tek bir merkezden yapılacak değerlendirmelerin daha etkin sonuçlar vereceği bir döneme girdiğimizi ifade ediyordu. Makinaların ve algoritmaların derin öğrenme yeteneğinin bu kadar arttığı bir dönemde artık insanlığın bu bilgiyi derleme ve değerlendirme imkanı olan tek bir merkezden yönetilmesinin daha etkin olabileceği “dijital diktatörlükler döneminin” mümkün olup olmadığını soruyordu. Daha sonra verdiği bir röportajda da böylesi bir sisteme en yakın ülkenin Çin olduğunu tespit ediyordu. Günümüzde etkisini BATs (Baidu, AliBaba, Tangent) ile gösteren, yüz tanıma teknolojisi ile ulusal güvenlikte yeni bir dönem başlatan ve bütün bilgi akışını tek bir merkezden kontrol edebilen Çin, bu alanda kontrol edilmesi çok zor bir güç haline gelmeye başladı diyebiliriz. Keza böylesi bir Büyük Veri’nin kullanımının hangi kurallara bağlanacağı, nasıl ve kim tarafından kontrol edileceği gibi çok temel konulan daha çözemeden Çin’in bu alanda liderliğe oturuyor olması, tabii ki başta Amerika olmak üzere bütün Batı dünyasını endişeye sevk ediyor.
Avrupa Birliği de bu arada boş durmuyor. Yukarıda adı geçen hub ekonomisinde çok az sayıda şampiyon çıkarmış Avrupa, özellikle kullanıcıların ve tüketicinin haklarının korunması konusunda çok hassas. Veri, özellikle de Büyük Veri, klasik ekonomi teorisinde üretim girdisi olarak yer bulmamış kavramlar. Oysaki günümüzde en değerli varlık bilgi; yani bu alanda yeni düzenlemelerin hayat bulması şart. İşte AB bu konuda liderliği elden bırakmamak konusunda kesin kararlı. Bu bağlamda 24 Mayıs’ta yürürlüğe girecek Avrupa Birliği Veri Koruma Yönergesi (GDPR-EU General Data Protection Regulation) hepimizin hayatında önemli bir yer tutacak. Keza küresel bir yaptırım öngören GDPR sayesinde hem Amerika hem de Çin merkezli oyuncular benzer bir düzenlemenin parçası olacaklar.
Peki bizde durum ne? Maalesef bütün bu yaşananlar üzerinde hiç etkisi olmayan bir ülke konumundayız. Ama iş dünyamızın her yeni yaptırım durumunda yeni pazarlar kazanmak için ne kadar çevik tepkiler gösterdiğine tanık oluyorum. Dünya ticaretinde yaşanacak değişimler bizler için kısa vadede önemli fırsatlar doğuracaktır. Ancak aman dikkat, yapılan çok iddialı açıklamalar hep müzakere masasına oturmadan ortaya çıkıyor, müzakereler sonunda gerçek sonuçlar hep ilk konuşulandan farklı oluyor. Trump yönetiminin genel bir uygulaması diyebiliriz buna. Onun için her duyduğumuz haberi gerçek sanıp hızlı aksiyon almak bizi sıkıntıya sokabilir. Öte yandan özellikle teknoloji konusunda temkinli olmakta fayda var. Küresel anlamda kartların yeniden karıldığı bir dönemde performans ve maliyet kadar uyum, güvenlik ve sürdürülebilirlik önem kazanıyor. Ve tabii ki aslında bütün bunlar eğitim sistemimizi geliştirmek anlamında bize büyük bir imkan sunuyor. Teknolojik gelişmeler çizgisinde yarının iş dünyasının değişimlerine uyum sağlayabilecek insan kaynaklarını yetiştirmemiz çok önemli.
Bütün bunların hayatımızı direkt etkilemesi biraz zaman alabilir ancak şurası kesin: 24 Mayıs sonrası dijital dünyada önemli değişiklikler bizleri bekliyor.