Sonuç mu süreç mi?
Soru şu: Efendimiz’in (sas) Mekke döneminin 13 yıl sürmesi, daha sonraki benzer dönemlerin de 13 yıl süreceğine bir işaret olabilir mi?
Cevabı belli bu sorunun; çünkü halk tabiriyle ifade edeyim “ben beni bildim bileli” Hocaefendi bu soruya farklı veçheleri ile defalarca cevap verdi. Hatta hatırlarım, tarihî ve sosyal açıdan yaptığı bir tahlil, önce gazete manşetlerine, ardından adli kovuşturmalara uzayacak derecede uzun tartışmalara konu oldu. O tahlilde Hocaefendi’nin söylediği lineer/çizgisel tarih anlayışından uzak bir şekilde “devletlerin ve medeniyetlerin de tıpkı bir insan gibi ömrü olduğu, doğacağı, büyüyeceği ve bir gün gelip öleceği merkezindeydi” ki bu tarihe “döngüsel/helezonik/dairevi tarih” yaklaşımı kabulünün neticesi olan bir tespittir. Ehlinin malumu çizgisel ve döngüsel tarih yaklaşımı sosyal bilimlerde birçok ilmi disiplinin müzakere konusudur.
Her neyse biz sadede dönelim: Hocaefendi’nin bir çay içimi esnasında üç-beş kişinin hazır bulunduğu bir ortamda bu soruya nezaketen verdiği kısa ve özlü cevap şu: “Böyle bir şey denilemez. Çünkü her şeyden önce insanların önyargıları ve şartlanmışlıkları, eğitim ve öğretim seviyeleri, kültürel anlayışları; beri tarafta temsili yapılan davada rol alan insanların seviyesi, kıvamı, kapasitesi, metotları ve benzeri birçok faktör söz konusudur.” Başta bilerek sorunun tamamını söylemedim. Soruda Efendimiz ve 13 yıllık Mekke hayatı söz konusu olunca, bahsedilen şeyin İslam ve onu tebliğ olduğu anlaşılır diye.
Cevaptan da gördüğünüz üzere Hocaefendi meseleyi tek boyutlu olarak ele almıyor. Hem ortaya konan dava, hem onun temsilcileri hem de muhatapları diye en azından üçe ayırıyor ve meseleye bir bütün olarak bakıyor. Bu yaklaşım şaşırtıcı değil. Olan ve olması gereken de bu. Parçacı yaklaşımlar bizi hem meseleleri bütün boyutları ile anlamaktan hem de çözüm bekleyen sorunlara hakiki cevaplar üretmekten uzaklaştırır. Kaldı ki Hocaefendi ve düşünce dünyasına aşina olan herkesin bildiği gibi onun tarihî hadiselere bakışı şu cümlesi ile özetlenebilir: “Dün ile bugün yaşananlar arasında benzerlikler söz konusudur. Ama hiçbir hâdise ayniyle yaşanmamaktadır. Çünkü hiçbir hâdise aynî olarak cereyan etmez.” Sebep-sonuç ilişkisini ret ve inkâr etmemekle beraber farklı dönemlerdeki tarihî hadiseler arasında ayniyet veya ayniyete yakın ölçüde benzerliğin imkânsızlığına inanır Hocaefendi ve bunu tarihî maddecilerin yanılgısı olarak niteler.
DOĞRU SORULARA CEVAP ARAMAK
Aslında gerek ayniyet-misliyet, gerekse tarihî hadiselerin arka zeminini kaale almadan sonuçları ön plana çıkartmak ve mukayeselere girmek sorunlu bir yaklaşımdır. Hira Mağarası dönemi, Habeşistan veya Medine’ye hicret ya da Mekke-Medine devri türü teşbihler, az yapılan şeylerden değildir Müslümanlar dünyasında. Bu bir kenara, soruda olduğu gibi rakamlara kadar inen ve bir hakikatmiş gibi geleceğe ait tarihler verme ve sonra bunların sözü edilen tarihlerde tahakkukunu bekleme çoklarının inandığı şeyler arasındadır. Halbuki Hocaefendi’nin de kısa ve özlü cevabında işaret ettiği gibi meselenin birbiriyle bağlı o kadar çok veçhesi vardır ki sebepler planında bunların hepsinin kamilen bir araya gelmesi ve mazide olduğu gibi neticeler doğurması imkânsızdır.
Çeşitli vesilelerle defalarca ifade ettiğimiz gibi biz bugünü yaşıyor ve geleceği inşa ediyoruz. Ferdi hayatımız için de geçerli bu; içtimai hayatımız için de. Fakat bu demek değildir ki mazi ile irtibatımız kopacak ya da Ömer Hayyam felsefesi ile günümüzü gün edecek ve gelecek namına bir şeyi nazara almayacağız.
Bu hususta Tevfik Fikret’in Yahya Kemal’e yönelttiği bir itirazı kaydetmek isterim. Tevfik Fikret der ki: “‘Harâbisin, harâbâtî değilsin/ Kökün mâzide, âti değilsin.” Yahya Kemal buna şöyle karşılık verir: “‘Ne harâbiyim, ne harâbâtiyim/ Kökü mâzide olan bir âtiyim.”
Doğrusu Yahya Kemal’in yaklaşımıdır. Mazi, ders alınacak bir değerler yumağı, hal değerlendirilmesi gerekli fırsatlar arenası, gelecek ise bugün ekilenlerin devşirileceği bir zemin olmalıdır. Hocaefendi’nin yaklaşımı ile mazi, hal ve istikbal zamanın üç ayrı boyutudur ve biz bu boyutlar içinde imrar-ı hayat eden varlıklarız. Ama bazıları vardır ki zamanı aşmışlardır, “mazi, hal ve istikbal” onlar için masaldır, zamana manzar-ı âlâ’dan bakmaktadırlar. Bunlar, başkalarını bilemem ama beni ve benim idrak ufkumu aşan şeylerdir.
Hocaefendi’nin verdiği kısa cevabı Fuat Köprülü’nün enfes bir tarih değerlendirmesi ile temellendirmek istiyorum. Malum bizde tarih denilince genelde anlaşılan hep sonuçlardır, süreç her nedense hiç gündemimize girmez bizim. Hep nasıl’ı konuşuruz biz tarih denilince, niçin ve neden sorularına cevap aramayız. Halbuki nasıl sorusuna verilen cevapları niçin ve neden sorusuna verilen cevaplar belirlemiştir. Köprülü bunu şöyle ifade eder: “… Memleketimizde tarih, hâlâ muharebe ve zafer hikâyeleri, hükümdar ve vezirler menkabeleri, müsaleha-nameler akdi, isyan ve ihtilal vakaları, ricalin katil ve idamı gibi telakki olunuyor; hâlbuki bunlar daha ziyade müstesna ve hakiki kıymetten mahrum şeylerdir.”
Pekala doğrusu ne? Köprülü bunu şöyle ifade eder: “Müverrih, geçmişe ait vak’aların nakl ve yaşatmak istediği cemiyetin, evvela ırk âmilleri, fizikî ve coğrafi çevresinin teşekkülünde yer alan âmilleri, siyasi kuvvetinin saha ve nüfuzunu, aile iktisadiyatını, halk hayat ve teşkilatını, bu teşkilatın resmi iktisat ile münasebetlerini, mülkiyet şeklini, ziraat, ticaret, sanayi, lisan ve edebiyatını, dini, ilmi tekâmülünü, komşu kavimlerle maddi ve manevi münasebetlerinin derecesini vazıh hatlarla göstermelidir. Eski devirler hakkında tarihi eserler bırakmış ve zamanlarındaki vesikaların, ancak kendi keyif ve heveslerine uygun gördüklerini kullanmış olan eski tarihçilerimiz, içtimai bir topluluğun asıl hakiki ve tabii hayatını teşkil eden unsurları hiç fark etmemişlerdir…”
İşte Hocaefendi 13 yıllık Mekke hayatının bugün veya yarınki Müslümanlar için aynı şekilde tezahür edip etmeyeceğine “insanların önyargıları ve şartlanmışlıkları, eğitim ve öğretim seviyeleri, kültürel anlayışları; beri tarafta temsili yapılan davada rol alan insanların seviyesi, kıvamı, kapasitesi, metotları ve benzeri birçok faktör söz konusu…” sözleri ile verdiği cevap sadece sonucu değil, sonucu belirleyen ve etkileyen başka faktörleri nazara vermesi bu sebepledir. Öyleyse sadece sonuç değil, sonuçları belirleyen arka plan şartlarına yoğunlaşmak şart. Gerisi kolaycılık olur.
Ahmet Kurucan