Sokaktaki İK: Zehirli enginar, ekspres kasa zulmü, ‘sürekli eğitim’siz kargocu
Monster Yazarı Şirin Mine Kılıç
Ben insan kaynaklarının yalnızca şirketleri ilgilendiren bir kavram olduğunu düşünmem. “Sokaktaki insan kaynakları” işin ilmini bilmek açısından çok daha incelenmeye değerdir. Sokağa çıktığınız zaman bir ülkedeki insan kaynaklarının kalitesini hemen kestirirsiniz. Yollardaki çöpler, pet şişeler, izmaritler, kağıtlar, yemek artıkları, bebek bezleri, karpuz kabukları…
Pencereden silkelenen masa örtüleri, çat çat duvara vurulup temizlenen demlikler…
Asfalta yapışıp benek deseni haline gelen sakızlar…
Solunum yollarını temizleyen vatandaşların ortama saldığı sıvılar…
Toplu taşıma araçlarında hava kirliliğine neden olan yıkanma özürlü bedenler…
Sırıtan dudak arasından göze çarpan sarımsı – karamsı dişler…
Birbirini itip kakarak, herhangi bir özür cümlesi kurmadan yürüyenler…
Sıraya girmenin ya da başka insanlara yol vermenin “hak ve hamle kaybı” olduğunu sananlar…
Trafik ışıklarını “şehir mobilyası” zanneden şuursuzlar…
Sıkıyorsa müdahale et!
Hepimiz biliriz. İnsan bünyesi en acısına, en sıcağına, en kötüsüne, en beterine alışabilme üzerine kurgulanmıştır.
Bu nedenle sokaktaki insan kaynakları üzerine çok da fazla düşünmeyiz.
Böyle gelmiştir böyle gidecektir.
Bu “seviyenin” nedeni konusunda en jenerik yorumları yapan kolaycıların arasına katılırız.
Bunu yaptıran fakirliktir…
Bunu yaptıran cehalettir…
Bunu yaptıran tepkidir…
Bunu yaptıran adam sendeciliktir…
Bunu yaptıran “ama herkes yapıyor” zihniyetidir…
Temizlik imandan da gelse, medeniyetin gereği bu olsa da, kampanyalar düzenlenip hijyen seferberliği ilan edilse de durum değişmez.
Memlekette silah ya da bıçak taşıyanların sayısı, cep telefonu sahipleriyle aynı seviyelerdedir. Bu yüzden sokaktaki insan kaynaklarına müdahale etmek mangal gibi yürek, kamikaze ruhu, mazoşist bir karakter ister. En doğru strateji soğukkanlı olup kurumsal (şirketler, medya) ve resmi (belediyeler, emniyet) kanalları (şikayet e-postası, çağrı merkezini arama vs) zorlamaktır.
Sosyolojik vaka: Bahçelievler
1975’ten bu yana Bahçelievler’de oturuyorum. Burası “sokaktaki insan kaynakları” mevzuunda sosyolojik olarak incelenmesi gereken tuhaf bir merkezdir.
Bahçelievler ben küçükken “bizim mahalle” idi. Sonradan serpildi, büyüdü, “bizim ilçe” oldu. 600 bine yaklaşan nüfusuna rağmen uzun zaman “alışveriş merkezi” yatırımcılarının dikkatini çekmedi. “Bizim mahalle” yıllar yılı Bakırköy’e hücum etti. Ancak son 4-5 yıldır durum değişti. Peş peşe içinde çok büyük marketler olan AVM’ler açıldı ve olanlar oldu.
Bahçelievler’de “yeni açılan” alışveriş merkezli dev süpermarketler halkın büyük ilgisine mazhar oldu. Öyle böyle değil, açılış saatinden kapanış saatine kadar tıklım tıklım doluyorlar. Marketlerin içi savaş alanı gibi. Sanki savaştayız, günde 3 kez sirenler çalıyor ve sığınaklara yiyecek götürmeye çalışıyorlar. Ürünler bedava dağıtılıyormuş gibi darmadağın, ortalıkta koşuşturan çocuklar ayrı bir stres kaynağı ve kasaların önünde uzun kuyruklar var.
Bu kuyruklarda aslında kuyruğa girme kültüründen bihaber insanlar duruyor. En çok 5-10 ürün geçirebileceğiniz ekspres kasaların önünde 20-30 ürünü sepetlerine tıkıştırmış vatandaşlar bulunuyor. Kasiyerler canlarından bezmiş, “vatandaşı hale yola sokmak” yerine kaderlerine razı bir halde ürünleri geçiriyorlar. Elinizde 3-5 ürünle bu kasalardan geçmeye çalışırken çıldırıp ürünleri oraya bırakıyorsunuz. Ancak “depresyondaki kasiyerler” nedense o zaman müdahale ediyorlar ve büyük bir gürültü kopuyor. Oradan çıkmak yasak ama 30 tane ürünü tıkıştırıp ekspres kasayı meşgul etmek yasak değil! (Hemen oradan kaçtım, eve gittim ve e-posta attım).
Zehirli enginarlar
Semt pazarlarını da es geçmemek lazım. Pazara gitmeyeli uzun zaman oldu. Son gittiğimde elindeki sigarayı kenara koyup, elini enginar bidonuna daldıran pazarcı ile tartışmıştım. Don Kişot gibiydim. Pazarda yüzlerce insan vardı ama bir tanesi bile “zehirli enginar” satan pazarcıya müdahale etmedi. Üzerinden kamyon geçip, üzerine gazete kağıdı serilen cesetler kadar dikkat çektim. Bir kadın enginarcıya arka çıktı. Boşuna çenemi yormamamı, pazardaki satıcıların tamamının sigara içtiğini söyledi. Yani durumu “normal karşılamam”, zehirli enginarları pişirmem gerekiyordu. (Hemen oradan kaçtım, pazar çıkışında belediyeyi aradım ama 15 dakika derdimi anlatacak birini bulamadım).
Sürekli eğitime devam!
Son vukuat ise sabahın erken saatlerinde arabamla işe gelirken şahit olduğum görüntü oldu. Dünyanın önde gelen ulaştırma (paket) şirketlerinden birinin ticari aracı önümde gidiyordu. Aracın şoförü son sigarasını ağzına, sigaranın paketini sokağa attı. Plakasını aldım ve işe gelir gelmez internette adreslerini bulup şikayet ettim. “Uluslararası kurumsal şirket” olmanın gereği anında yanıt geldi. Birinci yanıt e-postamın ellerine ulaştığı (otomatik CRM programı) ikinci yanıt ise bu kişinin bulunup gerekenin yapılacağıydı (manuel CRM programı). Şirketin web sitesini incelerken “Ekibimiz” başlığı altında yazılanlar dikkatimi çekti. Sokaktaki insan kaynakları, kurumlardaki insan kaynaklarıyla şöyle birleştirilmişti: “….. trafikte olan personelimizin çevre bilinciyle hareket etmelerini temin etmek üzere kendilerine sürekli eğitim vermekteyiz…”
Sürekli eğitim derken?
Monster Yazarı Şirin Mine Kılıç