Şok dalgaları domino etkisi anlamına gelmiyor
Devletler arasındaki gerçek farklılıklara rağmen, kesin bir durum ortaya çıkmaktadır: Arap halkları, dünyanın her yerinde olduğu gibi gerçek siyasi aktörler olma yolundalar. Arap halkları Brzezinski’nin “Artık tüm insanlık siyasi açıdan aktif halde” formülünü kanıtlıyorlar. Gitgide daha eğitimli olan gençlik ile gitgide daha belirginleşen toplumsal eşitsizliklerin oluşturduğu kokteyl patlamaya hazır, halen işbaşında olan iktidarların otoriterliğiyle denetlenememektedir.
Bu siyasi altüst oluşların derinliğini anlamak için tarihsel yakınlıklar formüle edildi. Yine de Tunus devriminin başarılı olup Bin Ali’nin kaçışına, Mübarek’in devrilmesine ya da Albay Kaddafi’nin, Ali Abdullah Salih, Beşar Esed ya da Bahreyn Emiri’nin sarsılmasına rağmen abartmamak gerek. Bazı gözlemciler çok hızlı bir şekilde domino etkisi teşhisinde bulundular. Oysa bu etkinin hızla gerçekleşmesi, Arap rejimlerinin birbiri ardına kısa bir sürede yıkılması güçtür. Diğer yandan, Tunus ve Mısır devrimleri, tüm bölgede hissedilen bir şok dalgası oluşturmaktalar.
Arap dünyası için beyan edilen domino etkisi 1989’da Doğu Avrupa ülkelerinde komünizmin bitmesiyle yapılan bir benzerlik kurma çabasının sonucudur. Birkaç ay içinde tüm komünist rejimler hayret verici bir kolaylıkla birbiri ardına devrildiler. Ancak tüm bu rejimlerin ortak bir yönü vardı: Hiçbir iç meşruiyete sahip değillerdi ve ancak Sovyetler Birliği’nin dış baskısıyla ayakta durabiliyorlardı. Gorbaçov, açık bir biçimde Varşova Paktı üyesi ülkelerin tümünün kendi yolunu izleyebileceğini ve ulusal siyasi seçimlere muhalefet etmeyeceğini açıkladığında, tüm rejimler hiç kimsenin öngöremediği bir hızla yıkıldılar.
Ancak Arap ülkeleri de birçok ortak noktaya sahip olsalar da, aralarındaki farklar herhangi bir domino etkisinin harekete geçemeyeceği ve 1989’da Doğu Avrupa ülkelerinin yaşadıklarıyla benzerliğin oluşamayacağı kadar güçlüdür. Bu nedenle, Tunus devriminin etkisini ilk yaşayan ülke bir Mağrip ülkesi değil de Mısır oldu. , petrol gelirlerine el konulması temel bir adaletsizlik olarak hissedilse de, işe ve konuta ulaşma can yakıcı bir sorun olarak yaşansa da, Cezayir daha yeni kurtulduğu ve tekrar yaşamak istemediği iç savaşın sıkıntılarını da hâlâ anımsanmakta. Zaten ordu da burada son derece özgün bir role sahiptir.
Yine de 23 Şubat’ta protestolar, iktidarı 20 yıldan beri yürürlükte olan olağanüstü hali kaldırmaya zorladılar. Fas’a gelince, Tunus’un bilmediği ve gerçek anlamda siyasi katılım sunan bir entelektüel özgürlük kliması var. Güçlü toplumsal eşitsizlikler varsa da, sistem daha açık görünmekte, özellikle Kral, müminlerin emiri olmaktan gelen meşruiyeti bir yana bırakılsa bile güçlü kişisel popülaritesini muhafaza etmektedir. Kral’ın 9 Mart’taki beyanı ve önerilen reformların da teyit eder göründüğü gibi siyasi açılıma ve toplumsal adalete büyük bir arzu var ama bir devrim yok.
Tunus ile karşılaştırabilecek en çok özelliğe sahip olan ülke Mısır’dır. Yıpranmış bir rejim, tam bir siyasal blokaj, devlet başkanının çevresinin karıştığı yolsuzluklar ve yüksek sayıda internet ve sosyal ağlar kullanıcısı. Ancak farklılıklar da önemli: Ordu, Tunus’takinin aksine iktidarını sürdürüyor ve Mübarek’i bırakmış olsa bile iktidarı bırakmaya niyeti yok. Ayrıca ülkenin stratejik önemi Tunus’la kıyaslanmayacak kadar büyük. Bu nedenle, Mübarek’in devrilmesinden sonra halk protestosunun devam edeceği, Nil kıyılarında basit kozmetik değişikliklerle yetinmeyecek önemli siyasi sarsıntıların olacağı kesin olsa da Mısır’da, Tunus’ta gelişenle aynı devrim süreci gerçekleşmedi.
Libya’da Kaddafi halk ayaklanmasını kan gölünde boğmayı tercih etti. Burada da Tunus ve Mısır ile karşılaştırma mümkün: 1969’dan beri devam eden rejim, özellikle Arap Birliği, Afrika Birliği düşleri uğruna sarf etmek amacıyla ulusal zenginliklerini talan etti, hanedan kurma teşebbüsünde bulundu. Bu satırları yazdığımız sırada Libya hâlâ savaş halindeydi ama bu savaşın sonucu ne olursa olsun Kaddafi rejimi mahkûm edilecektir.
Yemen’de de 30 yıldan beri aynı iktidar hakim. Bugüne kadar protesto hareketlerinin görülmediği Bahreyn’de de mezhepsel yapı ülkeyi komşularından ayırmaktadır. Suriye’de protesto hareketleri bir vakıa ama bu durum, bize rejimin ABD ve müttefiki İsrail karşısında bir direniş oluşturduğunu unutturmamalı.
Rejimler yıkıldı, başkaları da yıkılacak, bazıları da gelişecek. Genel bir şok dalgasından söz etmek, rejimlerin, toplumun isteklerini hesaba katarak ve siyasi ve toplumsal açılımı gerçekleştirdiğinde ayakta kalacağı anlamına da gelmektedir. Her ne olursa olsun statükonun devamı artık düşünülemez. Şok dalgası bölgeseldir, toplumsal eşitsizliklerin, yolsuzluğun, siyasi hareketsizliğin artık kabul edilemez hale geldiği bu ülkelerde halk, resmî propagandayı kabul etmeyecek kadar yeterli bir eğitime sahiptir. Belli bir gelişme ve eğitim düzeyine erişmiş tüm ülkeler bu sürecin içindedirler.
Tunus devrimi ve Mısır’da sarsıntılar aynı zamanda Amerikan yeni muhafazakârlığının ikinci ölümü oldu. Yeni muhafazakârlar Arap dünyasında ve öteki bölgelerde gerekirse savaşla demokrasiyi yerleştirmenin gerekliliğini teorileştirdiler. Irak’ta bunun dramatik sonuçları yaşandı. Tunus’ta olduğu gibi iç siyasi dinamiklerin ardından demokratik sürecin yürürlüğe geçmesi, henüz daha sürecin başında olsak bile, açıkça daha vaatkâr bir seçenek.