Seçim bir ‘Şenlik’tir
Siyasal tarihimizin en heyecansız ve en sıkıcı seçimlerinden birisini idrak ediyoruz. 2011 seçimlerinin heyecansız oluşu sonuçların kesine yakın düzeylerde öngörülebilir olmasıyla ilişkilendirilebilir.
Bu yanlış değil. Ama dönemsel bir değerlendirme olması itibarıyla eksik kalıyor. Heyecansızlık siyasal tercihleri yeniden şekillendiren siyasal, kültürel tarihteki kırılmayla alakalı gözüküyor.
Artık siyasal iktidarın el değiştirmesi, merkezin iki cenahı, yani sol ve sağ arasında işlemiyor. Siyasal temsil tarihinin yeni küresel eğilimi, merkezi baskın siyasetleri seferber edebilmekle alakalı. Bu siyasal tercihlerin her zaman olduğundan daha blok işlediğini gösteriyor. Burada sağ ve sol çok anlamlı değişkenler değil. Sermaye birikiminin yoğunluğuna yaşandığı ve artık geride kalan zamanlar içinde, bu ayırımları anlamlı kılan esaslı doğrultu farklılıkları mevcuttu. Mesela devrimci veya muhafazakâr olmak, sağ ve sol kavramlarının içini layıkıyla dolduruyordu. Özellikle de siyasal toplumların inşasında bu iki esaslı doğrultu farklılığı son derecede etkili olmuştur. Siyasal toplumun inşasından sonra, bu doğrultular esnemiş; muhafazakârları ‘yatırımcı’ ve devrimcileri ise ‘yeniden dağıtımcı’ kılmıştır. Bugün devrimcilik, arkaik-romantik tınlamaları olan, muhafazakârlık ise modernliğin ‘kirli’ kurumlarının bekçiliğiyle anılan ve şaibeli çağrışımlar yaratan kavramlardır. Yeni siyaseti ne devrimcilik ne de muhafazakârlık üzerinden temellendirebilirsiniz. Bu iki geleneğin merkez sol ve merkez sağ üzerinden evcilleşmiş karşılıkları da bir o kadar iş görmez durumdadır. Sosyal demokrat, sosyalist çeşitlemeleriyle ya da Hıristiyan Demokrat Muhafazakâr Parti çeşitlemeleriyle, yatırımdan kısıp dağıtım yapmak veya dağıtımdan kısıp yatırım yapmak anlamlı siyasal değişkenler olmaktan uzaktır. Bugün yatırım ve dağıtım süreçleri öylesine dağılmıştır ki, birleşiklik rasyoneline göre işleyen siyasetlerin kapsama alanının dışında kalmıştır. Yatırım kararları ulusal coğrafi sınırlar içinde şekillenen siyasal kurumların inisiyatifini çoktan aşmıştır. Çünkü sermaye çok-uluslulaşmış, uluslar-üstü dinamikler kazanmıştır. Emeğin istihdamı ise yedek işgücünün, maliyetleri düşüren avantajlarını takip eden bir dağılım göstermektedir. Bu dağılım çoğu kez; siyasal karar alma süreçlerine girmeyen, kasıtlı olarak sokulmayan veya sokulması özel olarak engellenen, enformel emek piyasalarının ekolojik ceplerine doğru işlemektedir. Dolayısıyla ne yatırım ne de yeniden-dağıtım siyaseti tanımlama ayrıcalıklarını sürdürebiliyor. Bu nedenle sol ve sağ arasındaki ayırımlar buharlaşıyor.
Artık, kirlenmemiş, steril bir o kadar da müphem kavramlarla iş görmek zorundayızdır. Burada iş görmek, fırsatçılık itibarıyla ve siyasal süreçlerde kara delik geliştirme kapasitesi anlamında kullanılmaktadır. Artık maharet, siyasette tulum çektirecek kara deliklerle sizi en kısa zamanda buluşturacak koridorları yakalamaktır. Bu koridorlarda siyasal koordinatlar, mesela sağda olmak ya da solda olmak arasındaki farklar siliniyor. Mesela Obama’nın yaptığı üzere ‘değişim’ ya da bizde merhum Turgut Özal’ın yaptığı üzere ‘dönüşüm’ gibi kavramları seferber etmek siyasal başarının gramerini oluşturuyor.
İkinci olarak bu steril kavramları hem duygulanımcı hem de akılcı beklentileri eş anlı karşılayacak şekilde tanımlamalısınız. Buradaki duygulanımcılık, adrenalinle işlemselleştirilen en maceracı beklentileri uyarma kapasitesini ifade ediyor. Siyaset artık siyasal aklın inceden inceye işlediği bir dengeler ağı değil; bizzat kültürel kimyası itibarıyla hormonal bir dengesizliktir. Siyasal kültürün en fantazmagorik boyutları burada şekillenmektedir. Doğrusu, önümüzdeki çeyrek yüzyılın siyasal bilim şaheserleri -eğer yazılacaksa- siyasal kültür analizleri arasından çıkacak; bunların da en çarpıcı olanları, hiç kuşkum yok ki, siyasal adrenalin evrenindeki gizleri aydınlatan çalışmalar olacaktır.
Bu beklentilerin ‘kazanma’ güdüsüyle yakından alakalı olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla siyaset yapmak mutluluk arayışlarına hizmet etmekten çok kazanma odaklı başarı gösterilerine adanıyor. Kazanmak-başarmak ve mutlu olmak arasında tuhaf bir determinizm kendisini dayatıyor. (Off the record soralım: Gerçekten öyle midir? Başarının ve kazanmanın mutluluk getireceğine nasıl bu kadar kolay inandırılıyoruz? Bu arada sırf meraktan soralım: Dostoyevski’nin Kumarbaz’ındaki derinliği ve ağırlığı yakalayan; mesela İstanbul’daki evinden sabaha kadar Tokyo’daki, New York borsalarındaki ‘pozisyonları’ takip eden bir ‘oyuncunun’ halet-i ruhiyesini anlatan romanı yazılmış mıdır?)
Bu adrenalin elbette ki siyasetin vazgeçilmez yakıcılığını oluşturuyor. Ama yakıta dönüşmesi ‘iktisadi akılcılıkla’ eşlenmesini ve onunla işlenmesini gerektiriyor. Halkın şaşmaz sağduyusu olarak yutturulan olgu aslında bu; yani, siyasal adrenalinin, işletme-mühendislik disiplinlerinin melezlendiği bir akılcılıkla evcilleştirilmesinden doğan tuhaf bir optimalite.
yenilikçi olun ki kazanın(!)
Bu optimaliteyi değişim ve dönüşüm gibi bir zamanlar iş görmüş ama artık kabak tadı vermeye başlayan kavramlarla karşılamakta zorlanacağız. Bu yazıdaki ipuçlarını en güzel düğümleyen kavram yenilikçiliktir (innovationism). Yenilikçilik benzerlerine göre sicili çok daha temiz bir kavram. Eş anlı olarak hem şirket politikasını hem de siyaseti tanımlayabiliyor. Devrimci ve muhafazakâr aşırılıklardan arındırılmış; bu arada her iki ‘sapkınlığın’ da doğrularını bir araya getirmeyi başaran bir nirvana kavram ‘yenilikçilik’. Sicili sağda olsun solda olsun herkesi ayartan ve hemayar kılan bir kara delik bu. İlk olarak teknolojik gereklilikleri, gidişatlara uyumlulaşmayı ifade ediyor. Yani bireyleri medeniyetin, saçaklı ve karmaşık iddialarından arındırıp doğrusal yapılarına bağlıyor. (Tabii ki biz bunu bağımlılaştırıyor diye anlamalıyız). Geride kalıp rezil olma korkularımızı bertaraf ediyor. Sonra bize çıkar takibi, başarma ve kazanma üzerinden bir tecrübe vaad ediyor.
Yenilikçi olun ki kazanın! Elde edilecek olan kalite. En nihayetinde de ‘yaşam kalitesi’.Yenilikçilik, kalitenin garantisidir. (Ne mutlu! Artık hayatımız da kalite kontrolünden geçebilecek. Mal-ürün muamelesi görüyormuşuz ne gam!). Siyaset artık moral iddialarını kaybetti. (Her zaman bir derecede magazini olmuştu, ama artık ciddi müesses duruşların içinden, her an skandal yüklü hikâyelerin türeyebileceği bir savrukluk halinden başka bir şey değil). Bu nispette de insan hayatının kalitesini artırma iddiası kazandı. Bunun için de siyasette artık içinde ne yattığını, nasıl yaşanılacağını bilmediğimiz, ama gösterişli projeler yarışacak. En yeni ve adrenalini en fazla pompalatacak olan proje acaba hangisi? Projen kadar konuş; değilse yoksun! Bu adrenalin projelerin çılgınlaştırılması eşiğine kadar artırılıyor. Projeler müphem beklentiler dünyasını somutluk izlenimi vererek karşılayan kara delikler. Her proje bir zihin müshili. Günlerce, haftalarca zekâları teslim alıyor. Sonra bir geri çekilme; simülasyonlara, powerpoint gösterilere dalıp gitmeler, kara deliklerde zihnen ve ruhen kaybolmalar.
Siyaset yüzyıllar boyu bir moral iddia idi. Bu iddianın arkasını görenler bu iddiayı elbette hiçbir zaman ciddiye almadılar. Ama bugün, siyasetin böyle bir iddiası zaten mevcut değil. Bugün o sadece, birikmiş hınçlar üzerinden boşalım (catharsis), müphem beklentiler üzerinden bir hezeyan (delirium) ve bu hezeyanları kara deliklerine çeken, kıyamet kadar proje üzerinden yaşanan bir kıyamet. Moral iddiası tükenmiş neo-pagan bir ayin. 2011 seçimlerinde boşalım boyutu şişmiş vaziyette. Beklentiler dünyasında ise mevcut fantazmalarımıza ekleyecek bir yenileşme uyarıcısı yok. İktidar seçim startı verildiğinde projelerini sıraladı. Muhalefet bunu karşıt ve daha tahrik edici projeler yerine artık siyasette hükmü kalmayan demode yeniden-dağıtım vaadleriyle karşıladı. Seçim heyecan yaratmıyor, çünkü beklentiler üzerinden hezeyan yaratmıyor. Hal böyle olunca üslup bozukluğu, hakaretleşmeler olarak nükseden boşalım ise seçimin kaderini belirliyor.
Süleyman Seyfi Öğün