Önce tasarruf, sonra refah
Otomobil sahibi olmak bir zamanlar itibar ve güç sembolüydü. Şimdi ise sıradan bir ihtiyaç. Sanayinin öncüsü Henry Ford’un hikayesinden hâlâ öğrenilecek çok şey var…
Önce tasarruf, sonra refah
SOSYOLOJİK süreçlerin ekonomi üzerindeki etkisini basitçe açıklamaya çalışayım. En dikkat çekeni şudur: Gelirler sabit, buna karşın harcama isteği yüksek ise enflasyon odaklı bir krizin sosyal boyutu tetiklenmiş olur. Ayağını yorganına göre uzat, ama bu yorgan ipekten mi olsun ikilemi burada en dikkat çeken şeydir.
Bu sosyolojik gerçeği analiz ederken çok yönlü düşünmek gerekiyor. Dünyada örnekleri çok. Mesela 1929 Krizi’nin ortaya çıkışında onlarca bahane var. Ama biri Türk kamuoyunda pek fazla seslendirilmiş değildir. Konu öncelikle ekonomik olmaktan çok psiko-sosyal bir araştırma konusudur hala.
Zenginliğe öykünme, lükse düşkünlük, benim neyim eksik kompleksi kafalara yerleşti mi garip bir şekilde toplumun ayarı bozulur. Her şey süt limanken buluşsal şeyler yanlış algılanabilir.
İşte tam bu noktada büyüme yavaşlayıp gelir azalırken harcamayı artıran psikolojik bir sosyal davranış öyküsüdür aşağıda anlatacaklarım.
BİR EFSANENİN DOĞUŞU
Bu davranışa ilk somut örnek 1929 krizinde yaşanmış. Ünlü hikâye şöyle başlıyor: 1900’lerin başı. Sanayi devriminde önemli zirvelerin yaşandığı yıllar. Fakat insanlık politik açıdan karmaşık bir dünya düzeninin içine doğru sürükleniyor. Ufuktaki Dünya Savaşı’mn ilk sinyalleri sosyal bir krizin habercisi gibi. Endüstri değişim geçirmesine rağmen kazançlar azalıyor, emek yoğun işler tarihe karışıyor.
işte tam bu noktada Amerikan ekonomisi sosyolojik evrim açısından bir laboratuvar işlevi görüyor. En parlak örnek Ford Motor Company’nin kurucusu Henry Ford’la ilgili. 1863’te doğan Henry Ford, yenilikçiliği ve değişimi savunan sıra dışı bir insan. Henüz 37 yaşındayken ‘Detroit Automobile Company’i kuruyor. Detroit kentini yeniden yükselişin merkezi yapan ilk kıpırtılar böyle başlıyor.
Henry Ford gençliğinde Edison’un şirketi ‘Illuminating Company’de mühendis olarak çalışırken buluşçuluk kültürüne ilk adımı atmış. Başarının yenilik ve yaratıcılıktan geçtiğini biliyor, bunun toplum algısını etkileyeceğine inanıyor. Örneğin Edison’un buluşçuluk kültürü sayesinde kafasında ‘Quadricycle’ isimli arabanın prototipi bir anda hayalden gerçeğe dönüşüyor. Fabrikayı kurar kurmaz direksiyonu sadece bir manivela olan bu aracı el emeğiyle üretiyor.
Bu sıralar rekabetin hamleleri dorukta. İlksel taşıtları yarıştırıp tüketicinin dikkatini çekmek moda o dönemde. Yarattığı dört tekerlekli alet yarış kazanamayınca Detroit Automobile Company iflas ediyor.
İHTİYAÇ KARŞILANMAZ, YARATILIR!
Henry Ford, başarısızlıklardan ders alan bir adam. Nerede hata yaptığını araştırıp, buluyor: Otomobil üretimi standartlara bağlı olmak zorunda. Hem zaman, hem de kalite disiplini açısından. Yeni bir atılıma karar veriyor. Sermaye arayışına giriyor. Projesini açıklayıp ikna ettiği 11 yatırımcı ortağıyla 1903’te bu kez adını verdiği ‘Ford Motor Company’i kuruyor.
Yıllar sonra seri üretim aşamasına geldiğinde büyük sırrı bir rekabet stratejisinde ortaya çıkıyor: O sıralar rakip ‘Oldsmobile’ firması’ yürüyen bant sistemi üzerinde yapboz denemeler yapmaktadır.
Henry Ford sistemi inceleyip en ince ayrıntılarıyla hafızasına kaydediyor. Sonra oturup çizimler ve deneyler sonucu bu tekniği kusursuz biçimde geliştiriyor. Bant üzerinde yürüyen her parçanın montaj süresini kronometreyle tespit ediyor. Böylece verimliliğin en temel unsurunu yakaladığına inanıp 1913 yılında seri üretime geçiyor.
İleriki dönemde üretim bandında kendi ismini taşıyan ‘T Modeli Ford’ otomobiller çıkıyor. Zamanı gelince iş elbiselerini giyip bir mühendis olarak personeli bizzat eğitiyor. Böylece seri üretim bir imalat kültürü olarak ortaya çıkıyor. Önce 12 saat olan montaj süresi araba başına 1.5 saate iniyor.
HERKESE BİR ARABA
Evet, müthiş bir başarı sonunda insanlık tarihinin en büyük endüstrisinin doğmasına yol açıyor. Ama bedeli de bu başarıyı zamansız yakalayan toplum tarafından ödeniyor.
T Modeli Ford’lar o kadar tutuluyor ki beş yıl önce 150 bin kişi otomobil sahibiyken 1913 ile 1930 yılları arasında müthiş bir talep patlamasıyla T Modeli Ford’ların satışı 6 milyona yaklaşıyor. Artık Ford Motor Company dünyanın en büyük otomobil üreticisidir ve bir devrime imza atmıştır. Hem de o korkunç kriz yıllarında Henry Ford mühendis olmasına rağmen mekanik fikirlerini pazarlama sistemleriyle takviye eden bir dahidir aynı zamanda. Öyle ki, T Model Ford otomobiller için o zamana kadar bilinmeyen marketing kuralları da icat ediyor.
Örneğin marka konumlandırmasında sınıf farkını yok etmek için T Modeli’ni siyah renge boyuyor. Siyah renk, Ford markasına özel bir kimlik kazandırmakla kalmıyor, üretim ve stok maliyetlerini de aşağı çekiyor.
Tam da 1929 Krizi arifesinde Henry Ford’un bizzat oluşturduğu slogan zengin fakir tüm toplumu harekete geçiriyor: “İstediğiniz her renkte yeni bir T model Ford’a sahip olabilirsiniz, yeter ki bu renk siyah olsun!”
NAZAR ETME SENİN DE OLUR!
Sloganların ve pazarlama taktiklerinin etkisiyle savaş yılları arifesinde giderek geliri düşen halk, otomobili bir statü sembolü olarak görmeye başlıyor. Otomobil sosyolojik olarak yalnız bireyin statüsüne işaret etmiyor, aynı zamanda yaklaşmakta olan bunalım ve savaş yıllarının kâbusundan kaçmak için psikolojik bir sığınak ixlevi de görüyor.
İşsizlik almış yürümüş bu arada. 1920’li yıllarda Ford Motor Company’de çalışan ayrıcalıklı bant işçileri bile 8 saat çalışma karşılığında sadece 6 dolar ücret alabiliyor. Savaş sonrası ekonomi berbat. Ama herkes bu statü sembolüne para yetiştirmeye çalışıyor. Öyle ki 1929 krizinde zavallı çalışanlar ve bir miktar tasarrufu olan işsizler, dilenecek hale geldiklerinde bile tefeciden para alıp Ford T sahibi olma çılgınlığına devam ediyor.
İşte bu ilginç öykü büyük bir girişimcinin olağanüstü başarısını anlatırken, savaşların ve durgunluğun etkisiyle tasarruf alışkanlığım yitirmeye başlamış bir toplumun da psikolojisini açıklıyor.
■ Unutmayın anlatılan bu öykü sıra dışı bir başarı öyküsünün toplum tarafından nasıl algılandığıdır. Hem de dünyanın en gelişmiş ekonomilerinden birinden. Bazı şeyler vardır ki tüketim kültürünün paradokslarını yansıtır. Bir tarafta tarih yazan bir başarı, diğer tarafta krize yenik düşmüş bir toplumun bataktan kurtulma çabaları.
■ Bu olağanüstü başarı öyküsünden çıkarılacak ders şudur: Bir ülkede tasarruf alışkanlığı çeşitli nedenlerle dip yapmışsa, yaratılan her refah gerçek hedefine ulaşamayabilir.
■ Konuyu başka açılardan yorumlamak da mümkündür:
İnsanlar refah özlemiyle bunalımdan uzaklaşmak için riske girebilir, olası bir kriz ortamının sosyal boyutunu hazırlayabilirler. Sonraları bu hastalık ekonomiyi de etkiler. İlk işaretler bazı şeylerin artık ihtiyaç olmanın ötesinde bir statü göstergesine dönüşmesidir.
■ Biz Türkler’ayağını yorganına göre uzat’ lafını zamanında boşuna söylememişiz.
Unutulmaması gereken şudur, tasarruf alışkanlığı gelişmemiş her toplumda olası krizleri hükümetlerden önce toplumun bizzat kendisi yaratır.
Modernizm adına toplumun öykündüğü her refah bir gösterişe dönüşürse oluşan manzara önce ekonomiyi etkiler.
Nur Demirok / Para