Makaleler

Nükleer endüstrinin hangi efsaneleri Japon reaktörleriyle birlikte çöktü?

nukleer
Japonya’da deprem ve tsunaminin ardından Fukuşima nükleer santralinde başlayan kriz, şimdiye kadar nükleer endüstriye ve halkla ilişkiler hamlesine büyük bir darbe indirdi. Çünkü bu reaktörlerle birlikte ‘bilimsellik’ kisvesi altında verilen pek çok nükleer iddia da yerle bir oldu.

Nükleer endüstri, onun çıkarlarını gözeten politikacılar ve atom mühendislerinin dillerine pelesenk olmuştu: Çernobil’de koruma kabı yoktu. Bakın, diyorlardı, Three Mile Island kazasında hiçbir radyoaktif madde açığa çıkmadı. (Oysa INES ölçeğine göre 4 sayılan kazada elbette radyasyon açığa çıkmıştı.) Enerji Bakanı Taner Yıldız da, Japonya depreminin hemen ardından, kazanın sonuçlarını beklemeden Çernobil-koruma kabı argümanına sığınmıştı. “Çernobil’de kalbi içinde tutan kap kısım yoktu. Bizim yapacağımız 3. nesil nükleer santraller 120 metre betonla, demirle kapalı, tehlike anında da otomatik olarak kendini kapatıyor.” Yine TAEK’in internet sitesinde ‘Santralde tam bir koruma kabı binasının olmamasından dolayı, çok miktarda katı ve gaz radyoaktif madde Avrupa üzerine yayılmıştır.” ifadesi yer alıyor. Diğer yandan, Hacettepe Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mehmet Tombakoğlu, koruma kabı olan bir santralde Çernobil gibi radyasyon yayan bir kaza olma riskinin bir milyonda bir olduğunu iddia ediyordu.

Fukuşima-1’deki tüm reaktörlerde koruma kabı olsa da radyasyonun açığa çıkması engellenemedi. Hem de INES ölçeğine göre artık 7 sayılan bu kazalar artık Çernobil’e eş tutuluyor. Sadece kazanın 53. gününde bile denizdeki radyasyon oranı izin verilenin 3.300 katı. Belli ki koruma kabı efsanesi, güvenlikle ilgili bütün hesaplamaları ve iddiaları boşa çıkaracak biçimde çöktü. 23 Aralık 2010’da Japonya ile nükleer santral işbirliği için yapılan mutabakatın bir gün öncesinde Bakan Yıldız’a ‘Neden Japonya?’ diye sorulduğunda Bakan, Japonya’nın bu anlamda en güvenli ülkelerden biri olduğunu, zira Türkiye’nin de Japonya gibi deprem bölgesi olduğunu kaydediyor. Mutabakat imzalandıktan hemen sonra, Japonya Enerji Bakanı Ohata, gururla ifade ediyor: “Yerinde görün. Santralimizin deprem dahil ne kadar güvenilir olduğunu hassas Türk kamuoyuna iletin.”

Japonya, teknolojinin beşiği. Depreme dayanıklı bir toplum kurma konusunda on yıllardır Türkiye’den çok daha fazla çaba gösterdiler. Ama tehlikeli radyoaktif maddeler içeren tesislerde bir çatlağın bile önemi büyük. Bu, Japonya’daki ilk kaza da değil, 2007’de Japonya’da meydana gelen 7,1 kuvvetindeki depremden sonra, Japonya’nın en yeni santrali Kaşivazaki Kariva santralindeki üç reaktör yıllarca kapalı kalmıştı.

9 Şubat 2010’da Başbakan’ın Meclis konuşması esnasında bir pankart açılıyor. Pankartın üstünde ‘Mersin, Sinop nükleer istemiyor’ yazılı. Başbakan, olan bitene çok kızıyor ve “Bizim ciddi meselelerle işimiz var. Bizim, ülkemizin kalkınmasıyla işimiz var. Affedersiniz, elinde iki tane paçavrayla gelecek ve Türkiye’nin nükleer enerjiden istifade etmesini provoke etmeye gayret edenlere biz bu ülkede prim vermeyiz.” diyor. Öncelikle ticari nükleer santrallerin sadece ve sadece elektrik üretmek maksadıyla kurulduklarını hatırlayalım. Aynı elektrik tasarruf edilebilir, güneş ve rüzgâr santralleri yoluyla üretilebilir. Greenpeace’in A&G araştırma şirketine yaptırdığı araştırmaya göre, bugün bir referandum olsa halkın % 64’ü ‘Hayır’ diyecek. Halkın yarısı nükleer santrallerin ekonomiye yük getireceğini düşünüyor.

Gerçekten de giderek artan ilk yatırım maliyetlerinden dolayı nükleer elektrik pahalıdır. Rusya ile yapılan anlaşmada elektrik fiyatının 12-15 dolar-sent arasında belirlenmesi de buna en iyi örnek. Bu rakam bugün rüzgâr için yasayla belirlenen fiyatın iki katı. Kısacası, nükleer santrallerin kalkınma vaadi aslında bir yanılsamadan ibaret. Sadece bir kaza bile büyük bir ekonomik zarara yol açtı. Japonya’da santral sahibi firma TEPCO’nun 130-200 milyar dolar tazminatla karşılaşacağı söyleniyor. Ama Japonya’daki yasalara göre deprem ile ortaya çıkan santral kazalarında şirketin hiçbir yükümlülüğü yok. Dolayısıyla, ya bu miktar devletin cebinden çıkacak ya da zarara uğrayanlar, uğradıkları zararla kalacaklar. Her iki durumda da Japonya halkı kaybediyor.

NÜKLEER ENERJİYİ KONTROL ETMEK

Ekonomik zarar bununla bitmiyor. 25 ülke Japonya’dan tarımsal ürün almayı durdurdu. Japonya’nın en büyük sektörlerinden biri olan balıkçılık binlerce ton radyoaktif maddenin aktığı Doğu yakasında özellikle gelişmişti. 13 milyar dolarlık cirosuyla bugün bu sektör büyük bir darbe aldı. Dahası, hisse değerleri tabanı vuran TEPCO için bugün kamulaştırma yapılması düşünülüyor. Maalesef, bu da Japon halkının vergilerinden ayrılacak bir kaynak demek. Sonuç olarak, elbette kredi kuruluşları Japonya’nın notunu düşürecekler ve tüm bu zararların yanı sıra Japonya’ya yatırım yapmak da güçleşecek. Bugün pahalı bir elektrik üreten nükleer santraller patlamaya görsün, kendisiyle birlikte bütün ekonomiyi de çökertiyor.

Belarus’a göre Çernobil’in temizlik, yeniden yerleştirme ve sağlık için artırılan ödenekler ve reaktörün üstünün kapatılmasından ortaya çıkan maliyeti 235 milyar dolar. Bu, Türkiye’nin toplam ekonomisinin (GSYİH) üçte birinden fazla. 25 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ her yıl Ukrayna ve Belarus, yıllık bütçelerinin yüzde 5-9’luk önemli bir kısmını sadece Çernobil giderlerine ayırıyor. Daha iyi anlamak açısından, bu oran olarak Türkiye’nin kamu sağlık harcamalarına denk. Pahalı elektrik satın almak için bu riski almaya değer mi?

Enerji Bakanlığı web sitesinde nükleer enerjiye yönelik onlarca övgünün arasında bir de şu emre amadelik meselesi var: “Elektrik üretiminin sürekliliği yönünden, nükleer santraller, termik ve hidrolik santrallere göre daha güvenli ve emre amadedir.” Bu bir santralin istendiği zaman istenen ölçüde elektrik üretebilmesi demek. Depremin ardından geçen bir aydan uzun sürede Japonya’nın doğu kıyısındaki reaktörler devreden çıktı. Bölgenin önemli bir kısmına elektrik sağlanamadı. Tsunami nedeniyle hayatını kaybeden binlerce kişinin cesetleri soğutulamayan ortamlarda çürümeye bırakıldı. Buna karşılık hiçbir rüzgâr türbini zarar görmedi. Depremin merkezinden sadece 300 km uzaklıkta bulunan ve denizin içinde bulunan Kamisu rüzgâr santrali ülkeye elektrik vermeye devam etti.

Aslında, nükleer santraller doğaları gereği o kadar da emre amade değiller. Sürekli elektrik üretmek zorundalar. Doğalgaz santralleri ve rüzgâr türbinleri gibi istediğiniz zaman açıp kapayamıyorsunuz. Bir nükleer reaktörün çalışmayı durdurması için illa büyük bir deprem de gerekmiyor. Herhangi bir arıza, küçük ölçekli bir kaza bile o nükleer santralin aylarca hatta yıllarca durmasına neden olabilir. Ülke ihtiyacının yüzde 5’ini tek bir nükleer santrale bağlayacaksanız, bu durumu yeniden gözden geçirmek Türkiye’nin faydasına olacaktır. Zaten, artık enerji üretim ve tüketimi akıllı teknolojik sistemler aracılığıyla yönetilebiliyor. Kısacası Türkiye’nin riskleri artık defalarca kez kanıtlanmış nükleer enerjiye değil, daha akıllı bir enerji sistemine, bunun için de akıllı bir enerji yönetimine ihtiyacı var.

Hilal Atıcı Greenpeace Akdeniz Kampanyalar Yöneticisi

Hem indirmesi hemde kullanımı tamamen ücretsiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu