Mizaç ve harcama!
Harcama kişinin bilinçaltını etkileyen aşikâr motivasyonlardan biri. Kazandığından daha fazlasını harcamak toplumun yumuşak karnını oluşturuyor. Oysa, ancak tasarruf yaparak gelişebiliriz…
Mizacı düzeltmenin yolu…
ÇOĞU okuyucu bilmez; makalelerde ‘başlık’ harf sayısı açısından kısıtlayıcı olmalıdır.
Vurucu kısa bir başlık ilgiyi, arttırır, okumayı kolaylaştırır. Okuyucu verilen mesajı devam satırlarının arasında bulur, senteze böyle ulaşır.
Aslında yazımın başlığının şöyle olması gerekiyordu: “Mutluluk için mizacı düzeltmenin yolu daha fazla harcamadan geçer!”
Mizaç ve harcama! Bağ kurulması güçlük yaratan iki sözcük… Malum, mizaç; huy, karakter demek, daha geniş anlamda ise kişiliğin bizzat kendisi… Harcamanın ise ne olduğu zaten biliniyor; gider, masraf ve nihayet borç demek.
Evet, mizaç ile harcamanın birbiriyle yakm ilgisi olabilir. Günümüzdeki ekonomi algısı analiz edildiğinde ‘harcama’ dediğimiz eylemin kişinin bilinçaltını etkileyen aşikâr motivasyonlardan biri olduğu görülüyor. Çünkü daha fazla harcamak ‘Tüketim Kültürü’nde insanları mutlu kılan önemli süreçlerden biri. Daha çok harca, çok daha mutlu ol!..
TASARRUFUN KADAR BÜYÜKSÜN
Mutluluk ile harcama arasındaki psikolojik ilişkiyi ispat etmiş ilk ülke Amerika. Dünyanın en geniş alışveriş mekânları orada. Yenilikler, inovasyon ve farklılık harcama dürtüsünü tahrik etmekle kalmıyor, demokrasinin doğurgan nimetlerini de gözler önüne seriyor.
Aşırı tüketim, dolayısıyla da aşırı harcama dürtüsünü tıpkı ideolojik bir doktrin gibi algılayan ilk yazar Samuel Strauss olmuş Amerika’da. ‘Tüketim’ (consumption) sözcüğünün sonuna bir ‘ism’ eki ekleyerek ‘consumptionism’i tüketim literatürüne armağan etmiş.
Biz buna kısaca ‘tüketimcilik’ diyoruz. Ne var ki Amerika devasa milli geliriyle üretim ve tüketimde kendini aşmış. Orada pek sorun yok. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ise büyüsü olan gizemli iki sözcük tüketim ve tasarruf.
Açıkça belli ki modern zamanların yarattığı ekonomide hemen her şey aşırı çılgın tüketime -dolaysıyla da harcamaya- endeksli.
Konuya birey psikolojisi açısından yaklaşılınca çocukluktan sonraki insan yaşamında ana motivasyonun (içgüdünün) kendini ispat etmek ve iddia sahibi olmak olduğu görülüyor. Yorumcuların çoğu bu ruhsal eğilimi ‘aspiration’ (tutku) olarak değerlendiriyor.
Ve maalesef günümüzde alçakgönüllülük, aza kanaat gibi insanı insan yapan öznel inançların yerini giderek daha köşeli, sert kavramlar alıyor.
HARCAMA MUTLULUĞUN KAYNAĞI MI?
Deneylerle sabit; ithal edilen her şeyin en son modelini almak, hatta bu işi ilk başlatanlarda biri olmak moda bugün. Batıda gece yarılarından itibaren teknoloji mağazalarının önünde girilen kuyruklar bunun sonucu.
Uzmanlara göre bu tür davranışlar bireyin kendini ispat etmesi anlamına geliyor. Benzer eylemlerin sonunda müthiş bir ‘doyum’ ve ‘haz’ duygusu var.
Tüm bu anlatılanların konumuzla ilgisi şu: Ekonomide en önemli bileşenlerden biri olan tasarruf çoğu ülkede unutulmuş. Birey ve toplum için daha fazla harcama yapma önü alınmaz bir tutku haline gelmiş.
Kazandığından fazlasını harcamaya koşullandırılmış Türkiye için de maalesef aynı sorun var. Şöyle söylemek mümkün:
Eloğlunun kendi tasarruf politikalarıyla sağlayıp geliştirdiği onca şeyin en yenisini tüketmekle mizaç düzeliyor mu acaba?
Evet, kimilerine göre bu sıra dışı bir motivasyon: Son model bir ‘3G telefon’ bireyin harcama iştahına yetmeyebilir; ‘4 hatta 5G’ler için şimdiden sıraya girilmeli, öncelikli bir statü elde edilmeli! Nasıl olsa üç beş kredi kartı cepte hazır bekliyor!
Peki neden? Tasarruf denen arkaik(!) şey bireyde müthiş bir kaygı sendromuna yol açıyor da ondan. Aşırı harcamada ise doyum var, mutluluk var. Daha fazla mutluluk hormonu, daha fazla kişilik ispatı!
Bir tıkla alınan krediler, cüzdana sığmayan kredi kartları, gelirinden daha fazla harcayarak mutluluk ataklarıyla sarsılıp kendinden geçmeler! Çünkü devir özelikle ithal ürünlerle desteklenen ‘mega-tüketim’ devri!
TASARRUFUN BÜYÜSÜ
Buraya kadar toplumsal ve bireysel harcama tutkusunun sosyo-psikolojik yüzünü göstermeye çalıştık. Konu o kadar derin ki davranış pratiği açısından bir kitaplığı doldurabilecek doküman üretmek mümkün.
Tasarrufla büyümek yeni bir kavram değil. Tüketeceksiniz ama tasarruf yapmayı da bileceksiniz. Bugün tasarruf sıralamasında Türkiye gelişmekte olan ülkelere göre son sırada. Gelişmiş ülkeler bile tasarrufu yeniden keşfediyor.
Amerika’nın mortgage krizinden sonra tasarrufun ne olduğunu anlaması oldukça manidar.
Gelişmiş ülkeler milli gelirlerinin kabaca ortalama yüzde 35’ini tasarruf ediyor. Tasarrufta yüzde 50’lerde gezinen Çin ve Güney Kore gibi ülkeler ise bu işin iyice farkında. Çin ekonomisinin oturduğu üç ana ayaktan biri geniş kitlelere perçinlenen tasarruf bilinci.
Gelişmekte olan ülkelerde ‘orta ve orta-alt sınıf nüfusun büyük bölümünü oluşturuyor. Sorunun kaynağı tam da burası. Magazin basınından reklamların niteliğine ve lüks malların sergilendiği alışveriş merkezlerine kadar onlarca tahrik edici uyaran orta ve orta-alt sınıfı borçlanmaya özendiriyor.
Kazandığından fazla harcamanın odak noktasında ise yine orta ve orta alt sınıfın genç nüfusu var. Dünya ölçeğinde yapılan bir araştırmaya göre yaşlı olmayan kuşak statü kazanmak uğruna daha fazla harcama yapıyor, adeta kendi aralarında yarışıyor.
YATIRIMLARA DEVLET ORTAKLIĞI
Ekonomiyi tümden kayıt altına almak, kısa vadeli sermaye girişlerini disipline etmek gibi bilinen klasik önlemler yeterli değil. İşin sırrı tasarruf yoluyla yatırımları artırmakta…
Bu amaçla başka yolları denemek lazım: Makine teçhizat ve mekân yatırımlarına olağanüstü kolaylık ve sıra dışı yeni bir teşvik paketi gerekebilir. Yalnız KDV istisnası filan değil, yatırım harcamalarının makul bir bölümünün sübvanse edilmesi örneğin.
Bir paradoks gibi görünse de doğru alanlarda yatırım yapanların vereceği reklamların bile bir bölümü devlet tarafından karşılanabilir. Tıpkı bireysel emeklilikteki yaklaşımda olduğu gibi…
Elin parasına ihtiyaç duymadan iç tasarruf yoluyla yatırım yapılabiliyorsa devlet bu tür sıra dışı teşviklerle üretime -bir süreliğine de olsa- karşılık beklemeden yön verebilir. Bir tür rehabilitasyon ve özendirme projesi!
Bu ve buna benzer ince stratejilere şiddetle ihtiyaç var bugün. Yatırım niteliği taşıyan her atılım orta ve orta alt sınıfın güçlendirilmesi, gençlere daha fazla iş olanağı ve kazanç demek.
Evet, Türkiye’nin istikrarlı büyüme için dış kaynaklara muhtaç olmadan acilen en az yüzde 35’lik bir tasarruf düzeyine erişmesi gerekiyor. Bunu kendi tasarruflarıyla yatırıma dönüştürmesi pek ala mümkün…
Bugün milli gelirin ancak yüzde 15’ler civarındaki bölümü tasarruf edilebiliyorsa yukarıdaki öneriler gibi onlarca yeni yaklaşımla tasarruf bilinci yeniden canlandırılabilir.
Tam da burada finans sektörüne bir başka iş düşüyor. Bankalar toplumu tasarrufa yöneltmek amacıyla, kazanılandan daha fazla harcamayı teşvik eden bireysel kredi sistemine yeni bir şekil verebilmeli.
Ve beklenen doğal sonuç: Yüzde 35’lerin üzerinde tasarrufa ulaşmış, tasarrufa alıştırılmış bir Türkiye ve yatırım bilinciyle yeniden büyüyüp gelişmenin heyecanı…
Nur Demirok / Para