Maraton Koşan, Her Şeyi Yapar
Dört tırnak kaybı, sekiz su-kan torbası, üst baldırlarda laktik asit birikmesi nedeniyle oturup kalkmada güçlük, sırtta, karında, bacak aralarında sürtünme nedeniyle yaralar, dört saat güneş altında kalma nedeniyle bacaklar, kollar ve yüzde yanıklar… Bunlar, 17 Ekim’de koşulan 32. Uluslararası Avrasya Maratonunun bana maliyeti…
Getirisi ise 42 km 195 m’yi üçüncü kez koşabilmenin getirdiği mutluluk! O kadar büyük bir mutluluk ki size tüm maliyetleri unutturduğu gibi yeni maratonlar için de cesaret veriyor. Bir de yaş grubumda (40-44) birinci olmanın getirdiği kocaman bir kupa ve 200 dolarlık para ödülü var tabii (Nedenini bilmiyorum ama Türkiye’de 40-44 yaş arasında koşan çok az sayıda kadın var. Buna karşılık 45-50, 50-54 yaşlarda daha fazla sayıda kadın bulunuyor. Bu nedenle az sayıda kadın arasında yarışıp ilk sıralarda yer alabiliyorum. Başarım çok iyi koşmamdan değil, bu yaş grubunda az kadın olmasından kaynaklanıyor).
O kadar yediler ki koca köprü taşımadı
2008 ve 2009’daki maratonları yüzerek bitirmiştik. Bu kez güneş açtı, hem de ne güneş! İstanbul daha önce ekim ayında bu kadar yakıcı bir güneş gördü mü, hava bu kadar sıcak oldu mu bilmiyorum. Yarış Boğaz Köprüsünün Altunizade tarafında başlayacaktı. Yarış alanına ulaşmak için Taksim’den otobüslere binmemiz gerekiyordu. Taksim’de diğer yarışmacılarla bir araya geldik ve otobüsleri arama başladık.
Farklı ülkelerden yabancı katılımcılar Türklerden çok daha fazlaydı. 50 yaşlarında, kumral, minyon bir kadın yarışmacı, otobüsün nerede olduğunu sormak için yanımıza geldi. İsviçreliymiş, 10 yıldır maraton koşuyormuş, kız kardeşi bir Türk’e aşık olup İstanbul’a yerleşmiş. İlk kez Avrasya Maratonuna katılıyormuş. Bir kızı ve torunu varmış. Haftada üç gün antrenman yapabildiğini, iş yoğunluğu nedeniyle antrenman açığını kapatmak için haftada iki gün işe yürüyerek gidip geldiğini (2 saat) söyledi. Maratona neden bu kadar az Türk’ün katıldığını sordu. “Onlar şu anda sıcak yataklarında uyuyorlar, 10 gibi uyanıp, 2-3 saat kahvaltı yapacaklar. Sonra bu kahvaltıdan dolayı vicdan azabı çekip 10 dakika yürüyecekler. 10 dakika yürüdükleri için kendilerini ödüllendirip mükellef bir öğlen yemeği yiyecekler. Yemeğin üstüne soda içecekler ve zaten akşam yemeği vakti gelmiş olacak” dedim.
Bizden yarım saat sonra ve daha geriden başlayacak halk koşusuna (adı halk koşusu, katılımcıların çoğu köprüde poğaça, börek, zeytinyağlı sarma yiyip, halay çekmeyi tercih ediyor) ilginin yoğun olacağını ve kalabalık nedeniyle köprünün sallanacağını hiç düşünmemiştim. Bu grup, koşmasa da erkenden kalkıp köprüye gelme zahmetine katlanmıştı.
Ya kalbim büyürse, ya düşüp bayılırsam!
Koşmak pek çok insana zor hatta çok zor gelen bir eylem. Uzun koşmak ise zaten çok az kişinin cesaret edebildiği, kilometreleri düşündükçe gözde büyüyen, adeta bir korku filmi. Eğer koşuyorsanız ve bunu başkalarına da söylüyorsanız, “aslında koşmak isteyen ama bunu yapmayan” insanlardan şu “makul ve mantıklı bahaneleri” dinlersiniz: “Ya kalbim büyürse, ya kalbim durursa, ya tansiyonum düşerse, ya tansiyonum çıkarsa, ya düşer bayılırsam, ya köpekler kovalarsa, ya magandalar saldırırsa, ya üşütürsem, ya aşırı terlersem, ya yorulursam… zaten sabah erken kalkamam, zaten akşam karanlıkta koşamam, koşarım ama ancak hafta sonu…”
Koşmak ile herhangi bir işi, evi ya da projeyi yönetmek arasında çok da fark yok aslında. Kendini yönetmeyi öğrenen birinin iş hayatındaki herhangi bir ekibi, projeyi şirketi yönetememesi mümkün değil.
Şans faktörü yok, çalışırsan koşarsın
Zayıflamak ya da “sağlıklı yaşam” için koşanları bir yana bırakırsak, düzenli koşanların çoğu kendisine bir hedef koyuyor. 10 km, 15 km, 21,1 km (yarı maraton) ya da 42 km 195 m (yarı maraton) vb. Yıl boyunca başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin farklı illerinde bu mesafelerin koşulduğu onlarca yarış var. Hedefe ulaşmak için çok iyi antrenman yapmak, beslenmek ve dinlenmek gerekiyor. Ne kadar disipline olursanız karşılığını o kadar alıyorsunuz. En basit anlatımı ile, “az çalışırsanız kötü, çok çalışırsanız iyi koşuyorsunuz”. Şans faktörü diye bir şey yok. Kendinize yaptığınız yatırım ile elde ettiğiniz sonuç arasında birebir ilişki var. Az çalışıp iyi derece yapmanız, çok çalışıp kötü derece yapmanız (ayağınız takılıp düşmezseniz) mümkün değil. Yatırıma genç yaşlarda başlayıp, sporla uğraşmışsanız, o yatırım da size mutlaka dönüyor. Sonradan koşmaya başlayanların size yetişebilmesi için sizin birkaç katınız çalışmaları gerekiyor. Çünkü, bedeniniz erken yaşlarda koşmaya uygun hale gelmiş oluyor.
Koşmak kişiyi pek çok konuda daha cesur yapıyor. İletişiminiz güçleniyor kafanızda büyüttüğünüz korkular küçülüyor. Ne saldırgan köpeklerden eskisi kadar korkuyorsunuz ne magandalardan ne de karanlıkta yalnız başınıza sokaklarda olmaktan. Ne iş değiştirmekten çekiniyorsunuz ne de işsiz kalmaktan. Başkaları için değil, öncelikle kendiniz için yaşamayı öğreniyorsunuz. Bedeninizi dinliyorsunuz, daha iyi tanıyorsunuz, daha çok seviyorsunuz. Çevrenizdeki insanlar “neden koştuğunuzu” çok anlayamasalar da aslında size özeniyorlar.
Aylarca gece gündüz çalışıp, maratonu bir kez koşmayı başardıysanız kendi kendinize şunu söylüyorsunuz: Bunu yapabildiysem artık her şeyi yapabilirim!
Şirin Mine Kılıç
sirinminekilic@gmail.com