Küreselleşmenin Güç Sınavı
Ukrayna’daki kalkışmayla birlikte çok belirgin olmayan bir çatışma su üstüne çıktı. Artık dünya yeni bir kutuplaşmayla yaşamak durumunda. ABD ve Avrupa Birliği’nin, Ukrayna’da NeoNaziler dahil muhalif grupları iktidara karşı ayaklanmada desteklemesi hiç beklenmedik olaylar zincirini başlattı. Tarihi ve etnik bağları nedeniyle Ukrayna’yı doğal bir uzantısı olarak gören Rusya’nın sert karşılık vermesi ve Kırım’ı ilhak etmesiyle Soğuk Savaş’ı hatırlatan bir gerginlik başladı.
Aslında bu kutuplaşma, tarafların yıllardır sürdürdüğü ‘gölge mücadelesi’nin ortaya çıkmasından başka birşey değil. Küreselleşmenin ilerlemesi, liberal demokrasinin daha çok ülkede hakim olmasından geçiyor. Aslında bu aynı zamanda milli bir kapitalizm ile küreselci bir kapitalizmin çatışması olarak da nitelendirilebilir. Bir tarafta demokrasiyi güçlendiren ve sermayeyi çeşitlendiren Batı, başta ABD ve Avrupa Birliği’nin lider ülkeleri bulunuyor, karşı tarafta ise komünist rejimden özgürlükçü demokrasiye dönüşümü bitiremeyen eski Doğu Bloku ülkeleri Rusya ve Çin yer alıyor.
Rusya son 20 yılda komünizmden olabildiğince uzaklaşsa bile Sovyetler Birliği döneminin oluşturduğu çekirdek yönetici kadrolar ve genellikle sistemin çocukları olan “oligark”ların hakimiyetinde, liberal demokrasiye ve uluslararası sermayeye oldukça kapalı bir rejim uyguluyor. Başta seçimler olmak üzere siyasi rejim, Batı’nm sürekli eleştiri okları altında. Medyanın çok gündemine gelmese de Rusya’da kamu ve milli sermaye özellikle kilit önemdeki sektörlerde belirleyici konumda bulunuyor ve yabancı sermaye bu sektörlere pratikte adım atamıyor. Örneğin Rusya’da ekonominin motoru olan enerji sektörünün neredeyse tamamına kamu şirketleri ve siyasi iktidara yakın oligarklar hakim. 10 yıl öncesinde yaşananları anımsayalım: Ülkenin önde gelen iki petrol şirketi Yukos ve Sibneft önce birleşip ardından hisselerinin yarısını Amerikalı Chevron ya da Exxon’a satma kararı alınca, bu satışı gerçekleştiren dönemin oligarkı ve Komünist rejimin dahi öğrencilerinden biri olan Mihail Hodorkovski kendini hapiste buldu ve 10 yıl sonra ancak Batı’nın baskısıyla serbest kalabildi. Hapisten çıktıktan birkaç saat sonra Berlin havaalanına gelen Hodorkovski’yi Batı Almanya’nın efsane içişleri ve dışişleri bakanı Hans-Dietrich Genscher’in karşılaması anlamlıydı. Sibneft’in sahibi Roman Abramoviç ise Çuçotka valisi de olmasına karşın yıllarca Rusya’ya dönemedi, 2007 yılında Sibneft’in hisselerini kamu şirketi Gazprom’a sattıktan sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin karşısında itibarını geri kazandı.
Bugün Rusya’da petrol, gaz, finans gibi ülke için en önemli sektörlerde yoğun bir kamu hakimiyeti bulunuyor. Dünyanın yerel bankası reklam sloganını taşıyan HSBC bile Rusya’da büyüyemedi ve geri adım atmak zorunda kaldı. Kamu bankaları Sberbank ve VTB’nin önderliğinde Rus bankalarının pazar payı yüzde 90’a yaklaşıyor. Rusya’da petrol ve doğalgaz alanında varlık gösterebilen tek büyük yabancı şirket BP oldu. TNK- BP ortaklığı yıllarca çeşitli hukuki mücadeleleri de içeren zorluklarla sürdükten sonra BP bu ortaklıktaki hisselerini geçen yıl kamu kontrolündeki Rosneft’e devretti, bunun karşılığında Rosneft’ten yüzde 19,75 pay aldı. BP bu pasif ortaklığı bile önemli bir başarı olarak sunuyor.
Yönetimdeki Komünist Parti’nin siyasi olarak nefes aldırmayarak kapitalizm yönünde açılımlar yaptığı Çin’de ise uluslararası sermayeye daha kapalı bir tablo var. Bankalar, enerji, telekomünikasyon gibi temel sektörlerde kamu şirketlerinin hakimiyeti bulunuyor. Bunlar içinde özelleştiri-lenler yok ya da yok denecek kadar az. Yabancıların borsada işlem gören hisse senetlerini satın almaları konusunda da ciddi sınırlamalar var. Çin hem içeriden hem dışarıdan demokrasiye açılması yönündeki baskılara çok yavaş bir dönüşümle yanıt veriyor.
Şimdi Ukrayna üzerinden başlayan çatışmayla küreselleşmenin ilerleme mücadelesine tanık olacağız. Olaylar başladığında şaşkınlıkla izlemiştim. Normal koşullar altında huzurlu bir ülke olan Ukrayna’da böyle bir çatışma başlamasının çok ağır sonuçları olacağını, Maidan’a çıkarak gösterilere destek veren ABD ve Avrupalı politikacılar ve bürokratlar bilmeyebilir ama Sovyetler’in tarihini bilen bir uzmana sorsalardı, bu olayların ülkenin parçalanmasıyla sonuçlanacağını anlatırdı.
Maidan’daki gösteriler başladığı günlerde oradaydım. Kiev’de kaldığım otelin resepsiyonundaki kız bir “Ukraynalı”ydı ve o gün otelden ayrılan doğuluların ne kadar kaba, anlayışsız insanlar olduklarını anlatıyordu. Bu serzeniş, ülkenin en az bir asırdır yaşadığı çatışmanın dışavurumundan başka bir şey değildi. Ukrayna’nın batısı kendini Polonyalılara daha yakın hisseder. Sovyetler Birliği kurulduktan sonra Lenin’in ve Kızıl Ordu’nun ilk savaşlarından biri Ukrayna’da, ülkenin batısında kurulmuş olan Ukrayna devletine karşı olmuştur. Kısa süren bir savaştan sonra Ukrayna tümüyle Sovyetler’e katılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda ise Batı UkraynalIların bir bölümünün Kızıl Ordu’ya karşı Nazi Almanyası yanında yer alması hem Alman işgali sırasında hem Sovyetler savaşı kazandıktan sonra karşılıklı olarak hatırlanmak istenmeyen olayların yaşanmasına yol açmıştı.
Ukrayna’nın doğusunda ve güneyinde etnik Ruslar ve Rusça konuşan Ukraynalılar ağırlıkta olduğu için Rusya’nın gelişmelere sessiz kalmayacağı açıktı. Rusya yönetiminin hissettiği ikinci tehdit çevre ülkelerin birer birer katılımıyla NATO’nun sınırlarına dayanmış olması. Önce gelişmelere sessiz kalan, Soçi Kış Olimpiyatlarının tamamlanmasını bekleyen Rusya, ani bir Kırım hamlesiyle kartları ters yüz etti. Karadeniz Filosu’nun üssünün bulunduğu Kırım, Rusya’nın yumuşak karnını oluşturuyor. Belirsizlik ve müzakere ortamı Rus askerlerinin Kırım’dan çekilmesiyle sonuçlanabilirdi. Batı’mn Rusya’nın nasıl bir tepki vereceğini bildiğini varsaymamız gerekiyor. O zaman ABD ve AB’nin Rusya’ya ciddi yaptırımlara hazırlandığı ortaya çıkıyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tereddütsüz uyguladığı Kırım hamlesiyle olacaklara hazırlıklı olduğunu ortaya koydu; aslında ne kadar uyumlu davransa da şu ya da bu şekilde geleceğini gördüğü baskıya karşı daha fazla geri adım atmadı. Rusya, etnik Ruslara baskının artması durumunda Doğu Ukrayna’yı da kontrolüne almaya hazır görünüyor.
Bu mücadelenin bir savaşa dönüşme olasılığı az. Buna karşın yaptırımlar yoluyla çatışmanın büyümesi kaçınılmaz gözüküyor. Rusya’ya yaptırım, başta Almanya olmak üzere Avrupa’yı da etkileyecek. Örneğin Almanya’nın 6 bin 200 şirketi Rusya’da faaliyet gösteriyor ve yeni yaptırımlar bu şirketlerin işleri için felaket anlamına geliyor. Bu, durgunluğa ilerleyen dünya ekonomisi için de iyi haber değil.
Geri Dönen Soğuk Savaş
İki yıl önce Suriye krizinin tırmanmasıyla dünyanın yeniden Batı ile Doğu olarak tanımlanabilecek iki kutba bölündüğünün işaretleri alınmıştı. Suriye üzerinde Çin, Rusya ve İran bir savunma bloğu oluşturdu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra dünya, kısa bir süre için süpergüç ABD’nin kontrolündeki tek kutuplu bir yapı kazandı. Ancak komünist rejimi koruyarak piyasa ekonomisi mekanizmalarını çalıştıran Çin’in yükselmesi; Rusya’nın, Doğu Bloku’nun Küba’dan Angola’ya kadar bütün ülkelerini ayakta tutma yükünden kurtulmasının ardından, Vladimir Putin’in liderliğinde yeniden yükselişe geçmesi, tek kutuplu dünyanın uzun sürmeyeceğini gösteriyordu.
2003’te hazırlanan bir CIA raporunda 2015 yılından itibaren ABD’nin süpergüç konumunu kaybedeceği, Çin’in ve Rusya’nın dünyadaki egemenliğinin giderek artacağı yazılmıştı. 2015’e dokuz ay kaldı, CIA’in bu öngörüsü tutmadı. Dünya ABD’nin yarattığı ekonomik krizlerle boğuşurken ABD ekonomisini dönüştürerek gücünü koruyor. Çin’in etkinlik alanı her yıl genişlese de dünyayı yönlendirecek bir süpergüce dönüşmediğini, Rusya’nın da temelde etkisi çevre ülkelerle sınırlı bir bölgesel güç olmanın ötesine geçemediğini görüyoruz. Bugüne kadar Çin ile Rusya birbirlerine üstü örtülü ya da açık destek vererek geldi. Bundan sonra ise yaptırımlar nedeniyle bu iki ülkenin birbirine daha yaklaştığına tanık olabiliriz. Avrupa pazarlarının kapanması Rusya’yı başta Çin ve Hindistan olmak üzere Asya’ya yönlendirecek. Küreselleşmenin güç sınavı Ukrayna ile birlikte yeni bir evreye geçti.
Ekonomi ve Döviz
Bir yandan dünya ekonomisindeki yavaşlama eğilimi bir yandan yerel seçimler öncesinde artan gerilim ve siyasi çekişmeler ilk çeyrekte Türkiye ekonomisini ciddi biçimde yavaşlattı. 3 trilyon doları aşan kredilerle gelişen ekonomilerin en büyük finansörü konumundaki Avrupa bankalarının hem batık krediler hem de sıkılaşan sermaye yeterlilik kuralları nedeniyle kredilerini azaltması baskıyı artırıyor.
Bu durum ocak ayı ödemeler dengesine ilginç bir biçimde yansıdı. İhracat artarken ithalat yerinde sayınca cari açık 4,9 milyar dolara indi. Bununla birlikte çok uzun süredir pek karşılaşılmayan bir durum gerçekleşti. Cari açık, her zaman sermaye hareketleriyle kapanıyor, genel dengede döviz fazlası oluşuyordu. Ocak ayında hem sıcak para girişi hem borçlanma negatif sonuçlandı; hisse senetlerinden 319 milyon dolar çıkış olurken banka ve şirketler net olarak 2,3 milyar dolar borç geri ödedi. Türkiye genel dengede 5,8 milyar dolar açık verdi. Oysa geçen yıl ocak ayında 5,8 milyar dolar cari açık olmasına karşın genel denge 3,7 milyar dolar fazla vermişti.
Şirketlerin ve bankaların yurtdışı borçlanmalarındaki azalma sürerse genel dengede her ay açık verebiliriz. Bu da döviz kurları üzerinde yukarı yönlü baskının devam etmesine yol açacak.
MURAT ARIN