SON yıllarda insan sağlığını en çok etkileyen temel unsurlardan birinin bağırsaklar olduğu anlaşıldı. Kronik anksiyete hallerinden huzursuz barsak sendromuna, ülseröz kolitten işlenmiş gıdaların yarattığı ciddi sağlık sorunlarına kadar ilk alarm veren organ bağırsaklarımız.
Tüm hastalıkların bağırsaklarda başladığına ilişkin görüşler bile var. Bu ifadeyi M.Ö 460-370 yılları arasında yaşamış ünlü hekim Hipokrat ilk kez açıklamıştı. Asırlar sonra bu iddiayı destekleyen bilimsel yayın sayısı günümüzde olağanüstü artıyor; bağırsakların bilinmeyen gizemi ortaya çıkıyor.
Her şey bağırsak florasının (bağırsak iç yüzeyinde faaliyet gösteren ve sayıları milyarlarla ifade edilen yararlı mikroskobik canlıların) çeşit ve türüne bağlı. Örneğin ‘bifidobacterium lactis’ ve ‘lactobacillus plantarum’ bunlardan sadece ikisi.
Tüm yararlı bakteri çeşitlerinin bağırsaklardaki sayısının optimum düzeyde olması gerekiyor. Çünkü bunların hücre duvarında patojen (hastalık yapıcı) işgalci bakterileri yok eden lenfositlere yararlı maddeler yüklediği artık iyi biliniyor.
İnsan vücudunun bağışıklık sistemi buna benzer yararlı bakterilerin çeşidine, sayısına ve gücüne bağlı. En ufak bir azalma ciddi sağlık sorunlarına kapı aralayabiliyor.
Bağırsak-florasındaki yararlı bakterileri yok eden unsurların başında reçete edilmeden kullanılan antibiyotikler geliyor. Ayrıca steroid temelli ilaçlar, bazı ağrı kesiciler, uyku ilaçları ve daha birçok etmen yine bu yıkıcı işten sorumlu olabiliyor.
Söz konusu sürece bilinçsizce kullanılan tüm mantar ilaçları da dahil. Son yıllardaki bazı ilginç araştırmalar ise ‘otizm’in bile bağırsak florasındaki bozukluktan kaynaklanabileceğine işaret ediyor.
Fakat en önemli husus beslenme tarzı. İşlenmiş karbonhidratlar, yüksek şeker içeren besinler, sindirilemeyen lifler, kronik stres ve kaygı, yoğun alkollü içecekler, sentetik koruyucular ile hazır besin katkıları oldukça tehlikeli.
MUCİZE ÖZELLİKLERİ BİTMİYOR
Peki, sağlıklı bir barsak florasına sahip olmanın yolu nereden geçiyor? Aynayı bir an kendimize çevirelim: En başta bizim beslenme rejimimizde önemli yer işgal eden süt ve süt ürünlerimiz var. Bu konuda detaya pek gerek yok. Ancak önemli bir ayrıntıyı göz önünde tutmamız önemli.
Bilindiği gibi, yoğurt bu grup ürünlerin tam merkezinde. Öyle ki, Orta Asya steplerinin beslenme çeşitliliğinden bugünlere taşman ‘yoğurt’ bizim ulusal lezzetimiz olmanın ötesinde sağlıklı beslenmenin de adresi.
Hemen akla şu soru geliyor: Sağlıkta süreklilik söz konusu olduğunda doğal ‘yoğurt’ mu önde; yoksa son yıllarda giderek tanınmaya başlayan ‘kefir’ mi?
Yanıt: Her ikisinin de kendine özel üstünlükleri var. Yine de bilimsel yayınlar kefirin -günümüzün yaşam ve beslenme koşulları göz önüne alındığında- bir adım önde olduğunu gösteriyor.
Hele de koruyucu tedavi objektifinden bakıldığında bu iddia önem kazanıyor.
Yoğurdun yararlarını saymaya gerek yok; üreticiler de, tüketiciler de bize has bu süt ürününün sağlık bağlamında ayrıcalıklı bir yeri olduğunun farkında.
Eğer bugün gastro-intestinal (mide-bağırsak sistemi)’nden kaynaklanan hastalıkların bazılarını az çok ötelemişsek bunu doğal yollarla elde ettiğimiz yoğurda borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz. Fakat ‘kefir’in klasik yoğurttan farklı üstünlükler taşıdığını da kabul etmeliyiz.
Öyle görünüyor ki, yakın bir gelecekte yalnız çeşitlenme açısından değil, sağlık yararları açısından da kefir kimi ülkelerde klasik yoğurdun önüne geçebilir. Bu arada kefire yoğurt benzeri daha viskoz (katı) bir kıvam verilmesi üzerinde çalışıldığını da söyleyelim.
GELİŞMİŞ PAZARLARDA NEDEN YOKUZ?
Olağanüstü yararlara sahip kefirin pazar payı bizde görece olarak düşük. Nedeni onun sadece değişik bir ayran türü gibi algılanması. Oysa kefir konusunda başka sunuş şekilleriyle ilgili ilginç çalışmalar var.
Sunuş şekli ne olursa olsun, başta ‘IBS’ (irritable bağırsak sendromu) olmak üzere, alerjik semptomları iyileştirmesi, bağışıklık sistemine yaptığı olağanüstü katkı ve kemik direncini arttırmasıyla öne geçmesi an meselesi.
Gıda Maddeleri Tüzüğümüzde yapılacak değişikliklerle yeni türlerin ve çok daha değişik katkılı çeşitlerin ortaya çıkarılması mümkün. Bunun markalı ihracat kapılarını açacağını da ümit edebiliriz. Üstelik kreatif bazı çeşitleri yalnız iç piyasaya değil, dış pazarlara da rahatça sunabiliriz.
Özellikle Amerika’da üniversiteler özgün çalışmalarla kimi kefir karışımlarının sağlık etkileri üzerinde şaşırtıcı çalışmalar yapıyorlar. Bizde pek görülmemekle birlikte dünyada çok sayıda gıda bilimcisi kefir üretimi konusunda şimdi yeni teknikler üzerinde çalışıyor.
Şunu da unutmamak lazım: Yoğurt yeterince tanınırken, Kafkasya menşeli kefirin yararları 1908 yılında ünlü Rus mikrobiyolog Uya Meçnikov’un ‘bağırsak mikrobiyotası’ üzerindeki etkilerini incelemesiyle başlamış ve daha sonra gerçekleşen bilimsel araştırmalarla tüm dünyada yeni bir sağlık ürünü haline gelmiş.
RAFLARDAKİ YERİ ÇOK KÜÇÜK!
Bugün çoğu bilim çevrelerinde sağlıklı yaşam ve uzun ömür konusunda kefiri konu alan tıbbi literatürün bulunması kefiri süt ürünleri içinde en başa taşımaya devam ediyor. Probiyotik ürünler üzerine yapılan araştırmalarda yine kefir ön planda. Yeni nesil kefir ürünlerinin albenili ambalajlar içinde sunulması ise sağlık içeceklerine estetik bir anlam katıyor.
Kefiri şimdi dondurma ve meşrubat üreticileri de kullanmaya başladı. Gelişmiş dünyada ‘smoothie shop’lar buzlu kefir içeceklerini çeşitli meyvelerle zenginleştirip seçici damaklara değişik lezzetler halinde sunuyorlar.
Dünya pazarındaki kilit oyuncular arasında -burada reklam olmaması için- bahsetmiyorum; Amerika’dan Avrupa’ya, Asya’dan Avustralya’ya dev markalar var. Hemen hepsi şunun farkında; kefir sadece bir gıda değil, insanlığın giderek bozulan bağışıklık sistemine doğal bir sağlık armağanı.
Bizde ise durum farklı. Üzülerek ifade edeyim ki, gerekli özgün araştırmalar yapılmadan; sadece birbirini taklit eden ‘işte biz de ürettik’ anlayışına karşıyım. Bu ürünü yoğurdun rakibi değil, onun doğal tamamlayıcısı olarak görmemiz gerekiyor. Önemli olan, farklı ürün ve yenilikçi mesajlarla pazara girmek, tüketicileri yeterince tatmin edecek sağlık bilgileriyle donatabilmek. Aksi halde âdet yerini bulsun misali dar bir alanda vakit harcanmış olacak, raflar sınırlı çeşitlerle kalacak. Kaldı ki, bu ürün grubu üzerinde dünyanın en büyük gıda markalarıyla birlikte ilaç ve kozmetik sektörü de çok şaşırtıcı çalışmalar yapıyor.
NUR DEMÎROK