İş Dünyasında Etkili ve Güzel Konuşmak
Güzel konuşmak başlı başına bir sanattır. Yönetim ve pazarlama kadrolarında yer alan herkes için konuşma ve hitabet konusunda özel eğitim programları gerekiyor…
Güzel Konuşma Tekniği
GEÇEN hafta ünlü pazarlama teorisyeni Philip Kotler’den bahsetmiş, özellikle gençlere seslenerek “yaşamınızın bir hedefi ve amacı olsun” ifadesini aktarmıştım. Onun oluşturduğu pazarlama edebiyatının içeriğinde sık değinmediği gerçekler de var. Örneğin kişiler -özellikle de üst düzey yöneticiler ile pazarlama elemanları- kendilerini topluma örnek olacak bir biçimsellik ve inandırıcılıkla sunmak zorundalar.
Bu inandırıcılık ilk bakışta giyim, saç bakımı, kostüm, tuvalet ve aksesuarlarla şekilleniyormuş gibi görünse de aslında çoğunlukla konuşma ve ana dile hakimiyetle kendini gösteriyor. Şu bir gerçek ki, bugün her yaştan pazarlama yöneticisi ‘güzel konuşma tekniği’ dendiğinde sınıfta kalıyor. Neyse ki oransal sayıları çok az.
Milliyeti ne olursa olsun bugünkü yeni neslin bazı kesimleri güzel konuşmayı pek beceremediği gibi, dijital kolaylıklara teslim olmayı tercih ediyor. Böylece hem dillerinin fonetik yapısı bozuluyor hem de meslekleri gereği iletişim kurması gerekenler yüz yüze konuşma geleneğini hızla rafa kaldırıyor.
Varsa yoksa internet muhabbetleri ve sosyal medya aksiyonlarıyla zaman harcamak.
İNSANLAR KONUŞARAK ANLAŞIR
Elbette iyi konuşan gençler, orta yaşlılar ve konuşmasıyla hayranlık uyandıran ileri yaşlılar da var. Bu gerçek doğudan batıya tüm uluslar için aynı hızda seyretmiyor. Örneğin bizdeki iş dünyası içinde epey bir ilerleme olsa da konuşmasıyla insanları hayran bırakan insan sayısı fazla değil.
Bu süreç dijital devrimle içine kapanan yöneticileri kuşatma altına alıyor; kimi kurum yöneticileri en önemli yönetim mesajlarını bile kapalı kapılar ardında internet üzerinden yayınlamayı tercih ediyor.
En azından ‘marketing evreninde’ şöyle bir kabulü hatırlatmamız gerekir: İster bir şirketin yönetim kurulu başkanı olun, ister bir kuruluşun CEO’su; etkili konuşma tekniklerini A’dan Z’ye bilmek ve uygulamak zorundasınız. Hele de işiniz pazarlama yöneticiliği ise sizi örnek alacak elemanlarınızın ağzınızın içine bakması en doğal hakları. Çünkü kişi önce kendini pazarlamayı bilecek ki söylediği şeyde inandırıcılığı artsın.
Bu iş özel terziler, marka giyimler, şık takı ve saatler, ünlü kuaför ve estetikçiler yoluyla olmuyor. Ait olduğunuz toplumun dilini iyi bilmek; onu en yüksek ‘müzikaliteyle’ kullanmak gerekiyor. Burada kullandığım ‘müzikalite’ ifadesi salt müzikle ilgili bir terim değil. Konuşmanın da kendine özgü bir müziği var. Buna Batılı uluslar Fransızcadan aktarma ‘articulation’ (artikülasyon) diyorlar. Artikülasyon bizde pek bilinmiyor. Bunu ‘boğumlama/boğumlanma’ olarak tercüme etmemiz mümkün. Akciğerlerden başlayıp damak, dil ve dudakları içine alan; sese özgünlük kazandıran bir pratik. Tipik örneklerini güzel konuşan insanların alçalan ve yükselen ses tınılarında görüyoruz. Böylece kelimelere anlam katılıyor, onlara biçim ve ahenk veriliyor.
Böylece ‘diksiyon sanatı’nın ilk adımı da atılmış oluyor. Eğer duygu ve düşüncelerinizi doğru seslendirip sesinize, vücut dilinize, jest ve mimiklerinize katamıyorsamz etkileyici bir yönetici sayılmayabilirsiniz.
Diksiyon pratiğinin gizemli tarafı ise yine Fransızların deyimiyle güzel konuşma literatürüne girmiş olan ‘inflexion de la voix’ (enfleksiyon dö la vua) yani ses perdelerinin yerinde vurgulanması. Bir bakıma sözcüklerin müziğini en doğru yerlerde kullanmak.
VÜCUT DİLİ DE ÖNEMLİ
Tyi bir konuşmacı kendi kalitesini önce diksiyonu ve konuşmasındaki uyumla ortaya koyuyor. Kurduğu cümleler içinde vurgulamak istediği mesajı tarif eden söz ve sözcük grubunu inandırıcı bir ahenkle söylüyor. Bu ahenk aynı zamanda dinleyicilerde derin ve kalıcı psikolojik etkiler yaratıyor.
Konuşmada durak yerlerini bilmek, vurgulamak istenen mesajı öne çıkarmak başlı başına bir konuşma sanatı. Berrak bir ses, pürüzsüz bir telaffuz ve tebessüm eden bir yüz verilmek istenen mesajın etkilerini öne çıkarıyor, dinleyicileri adeta büyülüyor.
Konuşma eylemi sadece sesi ve fonetik burguları kapsamıyor; vücut dilini de konuşmadaki inceliklere katmak gerekiyor. Yüz ifadesi ve mimikler başta olmak üzere; eller, parmaklar, omuzlar ve gözler verilen mesajları pekiştiriyor.
Buna kısaca ‘tavır ve duruş’ deniyor.
Unutmayın ki Türkçede bazı sözcükleri yanlış telaffuz etmek, tınılarını es geçmek bütün karizmanızın çizilip yok olmasına neden olabilir.
Kısacası, fonetik ve diksiyon her şeyden önce iş dünyası bireylerinin kimliğini ortaya koyan bir turnusol kâğıdı gibidir. Bir tondan başka bir tona geçmeyi bilmek, konuşmada durak yerlerinin ayırdına varmak bu işin öncül sırlarından biri. Kuru, renksiz, sıradan konuşan bir kişiyi dinlemek kadar sıkıcı bir şey olamaz.
BAŞLI BAŞINA BİR SANAT
Ben pazarlama yöneticileri başta olmak üzere konuşmak zorunda olan ‘Patron’, ‘CEO’, ‘Genel Müdür’, ‘Direktör’, ‘Şeflerin en azından kendilerini de eğitmesi açısından diksiyon dersleri almalarını öneriyorum.
Bu işi adeta bir bilim haline getiren kurum ve kişiler bizde de var. Bu isimleri öncelik tanıyarak pazarlama şirketinizin kadrolarına danışman olarak alabilirsiniz. Gelişmiş ülkelerde bu işler böyle yürüyor.
Bakınız, dünyaca ünlü bir Amerikan şirketinin fonetik ve güzel konuşma danışmanı neler söylüyor: “Duygularınızı ifade etmek, satış mesajlarınızın önemini vurgulamak amacıyla her an kritik bir programa davet edilebilirsiniz. Yapacağınız konuşma tüketicileri ve çalışanlarınızı derinden etkileyecektir. Etkili konuşmaya hazır mısınız?
Ses tonunuz, diksiyonunuz, sözcük seçimindeki ustalığınız sizi günün konusu haline getirebilir.”
Ben de iş dünyamıza seslenerek diyorum ki, konuşma sanatının emektar isimlerini bir kez olsun hatırlayalım. Şu anda acaba ne yapıyorlar? Bilmemek değil öğrenmemek ayıp. Diksiyon ve seslendirme hocası olarak bu yaşta onları kendimize nasıl baş tacı edebiliriz?
Güzel Türkçemizin duayen emektar diksiyon mimarları genellikle Ankara Devlet Konservatuarı, İstanbul Şehir Tiyatroları ve TRT’de yetiştiler. Bazıları ve onların öğrencileri halen aramızdalar. İçlerinde özel kurs organizasyonlarında çalışanlar ya da kimi şirketlere danışmanlık yapanlar var.
Ufak bir araştırma sonucu bazı holdinglerin ve tanınmış kurumların nihayet bu değerli sanatçılardan yararlanabildiğim gördüm. Fakat ne yazık ki bu işin inceliğini anlamış, sanatçıya değer veren topluluk ve kurumların sayısı ülkemizde iki elin parmaklarını geçmiyor. Anlaşılan o ki, Türkçenin o güzel ahengini öğrenmek için epey bir yol almamız şart gibi görünüyor.
NUR DEMİROK