İktidar Medyaya Haksızlık Ediyor
Posta gazetesinin başyazarı ve beş yıldır Kanal D haber bülteninin başındaki isim, Mehmet Ali Birand. Türkiye’nin en çok konuşulan Anchorman’i, gazetecilik hayatına Abdi İpekçi sayesinde 1964 yılında Milliyet’te başladı. 1985 yılında gazetecilik hayatının yanı sıra daha geniş kitlelere ulaşabilmek için efsane haber programı 32. Gün’ü başlattı. Günümüze kadar pek çok kitap ve belgesele de imzasını atan Birand, son olarak köşesinde yazdığı “Evet genlerimizde darbecilik vardı…” başlıklı yazısı ile gündeme hararetli bir tartışma getirdi, pek çok farklı tepki aldı. Gündemdeki en sıcak konuları, verdiği en içten cevaplarıyla Kanal D’deki ofisinde konuştuk Birand’la.
Milliyet’te doğdum Milliyet’te ölmek isterim, demiştiniz. Milliyet ve Vatan gazetelerinin satışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şunu söyleyebilirim çok rahatlıkla, şimdiye kadar yapılmış en iyi satış formülü oldu. Bir taraftan Aydın Doğan son derece rahatladı çünkü küçülmek istiyordu. İkincisi yabancılara satsaydı veya başka birilerine, çok gereksiz eleştirilere sebebiyet verebilirdi. Bu şimdi çok şık oldu. Bir de Milliyet okurlarının profiline uygun insanlara satıldı. Bu çok önemli. Yani Milliyet çok rahatlıkla bir fona veyahut başka bir gruba da satılabilirdi. Onun için, benim şimdiye kadar gördüğüm, hakikaten çok akıllıca diyebileceğim bir çözüm bulundu.
Sizin Milliyet’e geçmeniz söz konusu mu?
Ben şu anda Posta’da yazıyorum, başyazarıyım. Onun için ne zaman, nereye giderim, ne yaparım bunları hakikaten tartışmak istemiyorum. Bu, benim çalıştığım gazeteye ayıptır. Ben şu anda Aydın Doğan’la beraberim, onun grubundayım. Evet, Ali Karacan benim akrabam, kayınbiraderim. Beraber çalışmamızı ister ama şu anda bana o kadar emek vermiş olan Posta gazetesini bırakamam.
Sizin mesleğe başladığınız dönemin medyası ile günümüz medyası arasında nasıl bir karşılaştırma yaparsınız?
Birincisi bugünkü medya, yelpazesi çok daha geniş bir medya. Bundan önceki medya genelde laik, cumhuriyetçi çevrenin ağırlıklı olduğu bir medyaydı. Farklı sesler çıkaran bir medya daha vardı ama çok küçüktü. İkincisi, bundan önce tek güç, en önemli güç TRT idi. Bugünkü çeşitliliğe bir bakın! Dindar medya var, kökten dinci medya var, merkez medya var, devletin gene TRT’si ve daha da genişlemiş şekilde bir sesi var. Artık kimse kimseye haksızlık ediyorsunuz, üstüne gidiyorsunuz, diyecek durumda değil. Bugün laik ve cumhuriyetçi dediğimiz merkez medya, giderek azınlığa düşüyor. Ama etkinliğini kaybetmiyor, o ayrı.
İktidarla medyanın ilişkisi ne şekilde değişti?
Bütün iktidarlar medyadan nefret ettiler. Medya da bütün iktidarlara haksızlık etti. Merkez medya hiçbir zaman tarafsız, hakkını veren olmadı. Biz daima kendi kafamızdaki Türkiye’ye göre iktidarları yargıladık, sen devam edemezsin dedik. Bugün güç, iktidarı destekleyen medyada. Ama nedense iktidar hâlâ merkez medyayla uğraşıyor. Bir türlü eleştirileri hoşgörüyle karşılayamıyor. Bilmiyorum, belki de güç arttıkça böyle oluyordur. Mesela Nuray Mert duble yollar ile ilgili analiz yapmış, Abbas Güçlü ÖSYM’deki olayları yazmış. Yapabilirler. Onları afişe etmeye, cezalandıracağım demeye gerek yok ki! Yani şöyle özetlemek gerekirse, eskiden medya iktidarlara haksızlık ederdi, bugün iktidar medyaya daha çok haksızlık ediyor.
Gazeteciliği bıraktık, parti sözcüsü olduk diyorsunuz. Bu durumu düzeltmenin bir yolu yok mu?
Televizyonları açtığınız zaman siyasi partilerin sözcülerinden çok gazetecileri görüyorsunuz. Ne işi var gazetecilerin orada, söyler misiniz bana? Gazetecilerin kalkıp her dakika, görgü tanıklığı edercesine televizyonlarda kişisel görüşlerini açıklamaları yanlış. Gazetecinin görevi, Başbakan’ın aldığı bir kararın değerlendirmesini yapmak değildir. Onu siyasi partililer yapar. Üstelik de öyle bir dil kullanıyoruz ki, resmen siyasi parti sözcüsü gibi. Her iki taraf da böyle. Bir bakıyorsunuz Kılıçdaroğlu’nu yerden yere vuruyor adam. Gazeteci ya bir olayı yansıtır veyahut da bir olayın iki tarafını da size verir, vermeye çalışır. Biz şu anda tam tarafız. Eskiden de vardı taraflık ama bu kadar sert değildi. Emin olun ben gazete sahibi olsam, çalıştırdığım arkadaşlarıma televizyon yasağı koyarım çünkü gazetelerine verdikleri zamandan daha fazla vakitlerini televizyonda harcıyorlar.
Erdoğan’ın The Economist dergisine çıkışını nasıl değerlendirdiniz?
Bir Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının, bir dergide çıkan bir yazıyla ilgili olarak bir mitingte öylesine sert tepki göstermesine ne gerek vardı? O kadar gereksiz ki. The Economist, seçim olan her ülkeye dair kendi görüşünü açıklıyor; Obama seçilmeli-seçilmemeli, Sarkozy Fransa için iyi-iyi değil… O, onun görüşü. Çok merak ediyorum, Ak Parti kadar medyayı iyi kullanan bir parti medyayaniye bu kadar hoyrat yaklaşıyor!
Köşenizde yazdığınız “Evet genlerimizde darbecilik vardı…” başlıklı yazınıza pek çok isim tepki gösterdi. Neden bu kadar tepki çektiniz?
Aslında ben de çok hayret ettim, niye bu kadar çok tartışıldı diye çünkü dünyada kimsenin söylemediği bir lafı ilk defa söylüyor değildim. Sanıyorum ben yazdım diye oldu. Yani dibine kadar o çevrenin içinden gelen, bunca yıldır merkez medyanın içinden olan bir insan yazdı diye herhalde böylesine bir tepki yarattı. Meslektaşlarım ya da şimdiye kadar benimle aynı çevrede büyümüş insanlar “hayır sen haksızsın, bak şu olaylarda farklı oldu” diyeceğine, “karşı tarafa koz veriyorsun” gibi çok gereksiz bir tartışma başlatıldı. Türkiye’de laik, cumhuriyetçi olup darbelere karşı olan çok kimse var ama ben genel eğilimden söz ediyorum. Bizim nasıl yetiştirildiğimizden… Aynı eleştiriyi asker için de getirdim. Biz askeri bu şekilde yetiştirmeye devam edecek olursak burnumuz olaylardan çıkmaz.
Daha sonra yazdığınız bir yazıda da hodri meydan deyip görüşlerinize itiraz edenlere ‘üst düzey komutanlara sorun bakalım hangi isimleri verecekler’ dediniz. Gerçekten bildiğiniz önemli isimler mi var?
Siz bir gidin de komutanlara sorun bakın neler diyecekler. Şu gazeteci geldi, şu işadamı geldi. Ondan sonra zaten sustu herkes. O dönemde askeri omuzlarında taşıyanlar, bugün askerin aleyhinde konuşur oldular. Buna sinirlenerek bu yazıyı yazdım. O zaman böyleydik, bunu da açıkça söyleyin, dedim. Ben cesaretle söylüyorum, ben de öyleydim, sonra değiştim.
Seçimden sonra yeni bir Türkiye kurulacak deniyordu. Sizce seçim sonuçları neler getirecek?
Benim bütün hayatım karamsarlıkla, kavgalarla, ölümlerle, yakınmalarla, Türkiye bölündü bölüneceklerle geçti. Bunların hiçbiri de olmadı. Türkiye yavaş yavaş büyüdü. Onun için ben iyimserim. Türkiye daha da büyüyecek. 2023 yılına dair Başbakan’ın yaptığı birtakım projeksiyonlar var ya, şunlar şunlar olacak diye. Kimse inanmıyor ama onlardan daha fazlası olacak çünkü uluslararası mekanizma Türkiye’nin yelkenlerine çok iyi rüzgar verdi. ‘Diktatörlüğe doğru gidiyoruz’ diyorlar, o halde mücadele edelim, gidiyorsak onun da hesabını soralım. Ben Türkiye’nin geleceğinden çok umutluyum. Bundan önceki AKP iktidarlarından daha farklı bir Türkiye’de yaşayacağız. Yeter ki iki konuda hata olmasın. Bir, ekonomik istikrar devam etsin. İki, Kürt sorununda özellikle Başbakan şu ana kadar sürdürdüğü sert dilinden vazgeçsin ve çözüm getirmeye baksın. Eğer bu ikisini tutturursa Türkiye’nin önünü kimse tutamaz.
Başbakan, “Öcalan’ı biz idam ederdik” diyor?
O zaman koalisyonun içinde olsaydı dahi Başbakan Erdoğan, Öcalan’ı idam edemezdi. Öcalan’ı idam etmek demek, o dönemde Türkiye’deki milyonlarca Kürtün, hiç değilse BDP’ye oy veren 5-6 milyon Kürt’ün ayaklanması, Türkiye’nin bir iç savaşa gitmesi, kan dökülmesi, Avrupa’daki Kürtlerin ayaklanması, birbirine girmesi anlamına gelirdi. İkincisi, Öcalan’ı idam etmek dahi PKK sorununu çözmezdi. Bu kadar net. Onun için sayın Başbakan bunu yapamazdı.
Kenan Evren’in sorgulanması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Müthiş sembolik bir önemi var. Dava açıldı-açılmadı, davada ne olacak, ne sonuç alınacak, bunların hepsini bir kenara bırakın. Kenan Evren’in ve Şahin Kaya’nın ifadelerinin alınması dahi Türkiye’deki havanın nasıl değiştiğini, Türkiye’nin nasıl yeni bir sürece girdiğini gösteriyor. Bu o kadar önemli ki bunu hafife almamak gerekiyor.
Başkanlık sistemine dair yorumunuz nedir?
Ben başkanlık sistemine kesinlikle karşıyım. Türkiye’de yerleşmiş, herkesin alıştığı bir sistem var. Bu sistem iyi kötü devam ediyor. Başkanlık sisteminin gelebileceğine hiç ihtimal vermiyorum.
Twitter’da çok aktifsiniz. Sosyal medyayı ne sıklıkta kullanıyorsunuz?
Takipçilerim 120 bini geçti. Kızıp yazamadıklarımı oraya yazıyorum ama kimseyle kavga etmiyorum. Çünkü o çok zamanımı alıyor. Herkes yorumunu yapıyor, okuyorum onları. Kabul ediyorum, ne olacak. Ben de gerektiğinde eleştirilerimi yapıyorum. Çok keyif alıyorum. Gelecek bizim gibi ekranlara çıkmakta, köşe yazısı yazmakta değil. Gelecek orada.
Emekli olmayı düşünüyor musunuz?
İnsan emekli olmuyor, emekli ediliyor. Bir gün geliyor, bu işi sizden daha iyi yapan birisi çıkıyor. Veyahut da sizin sağlığınız artık yeterli gelmiyor ya da yaşam tarzınızı değiştirmek istiyorsunuz. Ben hangi noktadayım şu anda? Bana bu işi senden daha iyi yapıyorum, yerine geliyorum diyen yok. Beni seçmiş olan partonajdan bir şikayet yok, bilakis beş yıldır birinci giden bir kanalın başındayım, haber bülteninin başındayım. Üçüncüsü daha henüz sağlığımla ilgili ölümcül bir durumum yok. Sonuncusu da bu hayat tarzına çok alıştım. Gittiği yere kadar gidecek. Belki yarın, belki beş sene sonra. Ama merak etmesinler, 15-20 senem yok.
Selin Babacan