Hüznün Mutluluğa Dönüştüğü An
Küçük küçük yaraları vardı çehresinde. Buruktu…
Alnından penceresi kapatılmış bir odanın cama yaptığı buğu gibi damla damla ter akıyordu. Gittikçe zaman geçtikçe yüzü daha bir perişan oluyordu.
Çok geçmeden kapı çaldı. Heyecanlandı… Gözleri bir anda ışıl ışıl olmuştu. Yoksa?
İçinden yoksa deyip gülücükler saçıyordu. O üzgün adamı bir anda bu denli mutlu eden neydi? Yavaşça kapıya yöneldi. Kalbinin atışı o kadar hızlanmıştı ki bir başkası duysa bu kalp atışlarını kapıyı kim yumrukluyor derdi. Kapının kolunu tuttu ve ”Ah evlat sen misin?” dedi. Gözlerinde gözlüğü yoktu bu yüzden net göremiyordu delikten. Kapının ardından gelecek sese odaklanmıştı sadece… Ses şöyleydi; ”Bir isteğiniz var mı efendim?”.
Adam sesi duyunca ilk duymamış gibi davrandı hatta kapının ardındaki kişinin hala o olduğunu düşünüyordu. Ama o değildi… O gelemezdi ki zaten. Her ne kadar duymamış havasındaysa da gözleri bu olayları olmamış gibi davranamayıp akmaya başladı. Yaz yağmuru gibi… Yaklaşık beş on dakika ağladı. Sonra sustu. O sese cevap bile vermedi. Sadece sustu… Ürkekçe titreyen bacakları gücünü yitirdi ve yere düştü. Hala suskundu…
Oğlunu o kadar özlemişti ki onun hala yaşadığını, yaşıyor olabileceğini hayal ediyordu. Geçen pazar mezarını sulayan kendisi değilmiş gibi.
”Ya sen gel evlat ya da ben geleyim yanına” diyordu her an, her dakika. O gelemezdi. Ama belki…
Yaşlı adam üşümeye başladı. Yüzü tebessüm ediyordu. Arzusuna ulaşıyor olduğunu hissetmiş gibiydi. Ve gözleri kapandı… Yüzünde hala o tebessümü vardı.
Büşra DAVGANA