Makaleler

Fetih ve Hamas uzlaşmadan barış olmaz

Fetih ve Hamas
Hüsnü Mübarek yönetimi devrildikten sonra Mısır, kısa süre içinde bölgedeki stratejik dengeleri etkileyecek üç önemli adım attı. İran’la ilişkilerini normalleştiriyor.

Mübarek yönetimi, İran’ı, tamamen ABD ve İsrail’in siyasetine uyumlu bir şekilde, bölgedeki en büyük tehdit olarak görüyordu. İkinci olarak, Gazze sınırındaki Refah kapısını sürekli açık tutacağını açıkladı. Hâlbuki Mübarek yönetimi, İsrail’in fosfor bombaları kullandığı kirli Gazze savaşı sırasında bile Refah kapısından Gazzeli kardeşlerinin geçmesini engelliyordu.

Son olarak, Kahire’nin gözetimi altında Fetih ve Hamas arasında yıllardır süren uzlaşma müzakereleri nihayet anlaşmayla son buldu. Mübarek zamanında bu müzakereleri onun sağ kolu ve istihbarat şefi Ömer Süleyman yürütüyordu. Konuyu yakından izleyenler, arabulucu Süleyman’ın gerçek amacının Fetih ile Hamas’ın arasını bulmak olmadığını zaten biliyordu. Bu amacın ne olduğunu bütün dünya, kısa süre önce El Cezire’nin yayınladığı Filistin belgelerinden öğrendi: Bizzat Süleyman, Kahire’deki ABD elçisine asıl amaçlarının Hamas’ı etkisizleştirmek olduğunu söylemişti.

Fetih-Hamas uzlaşması, İsrail-Filistin barışının ilk ve en basit ön koşulu. Bağımsız ve yaşama yeteneğine sahip bir Filistin devleti, ancak birbirine karadan bağlanmış Batı Şeria ve Gazze topraklarında kurulursa mümkün. Ayrıca İsrail’le yapılacak muhtemel bir nihai barış anlaşmasını uygulama gücüne sahip bir karşı taraf gerekiyor ve o nedenle de Fetih-Hamas uzlaşması şart.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Filistin uzlaşmasına sert tepkisi ve “ya Hamas’la ya İsrail’le barış” yaklaşımı hiç şaşırtıcı değil. Çünkü Netanyahu’nun planı farklı. Planını Haziran 2009’da Ben İlan Üniversitesi’nde yaptığı konuşma dâhil pek çok kez açıkça anlattı. Onun “barış” derken kastettiği, kalıcı barış değil. Planı, zaman kazanmak üzerine kurulu. Ancak mecbur kalırsa “kısmi” bir barış anlaşması yapmak istiyor. Batı Şeria’da arazisi ve egemenliği iğdiş edilmiş, tamamen İsrail güdümünde bir sahte (pseudo) devletçik kurulmasını öngörüyor. Böylece nihai barış, İsrail’in belirleyeceği keyfi koşullara bağlı, yıllara yayılmış bir hedef haline dönüşecek. Oyun planı (veya oynadığı kumar); zaman içinde Batı Şeria’da tarihî Filistin topraklarının daha fazlasının gasp edilmesi, göçmenler ve Kudüs’ün statüsü gibi konularda daha ağır tavizler elde edilmesi, Hamas’ın etkisizleştirilmesi gibi hesaplara dayanıyor.

Netanyahu’nun planının önde gelen destekçilerinden biri, Batı Şeria’nın yüzde 45-50’sinde geçici sınırlara sahip bir Filistin devletçiği kurulmasını, kalan arazinin İsrail tarafından gasp edilmesini isteyen Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman. İsrail’in kuvvet kullanarak arazide yarattığı gerçekler, Netanyahu ve Lieberman gibi fanatiklere cesaret veriyor. 1978 Camp David anlaşmasına göre beş yıl içinde nihai statü görüşmeleri tamamlanacak ve Filistin devleti kurulacaktı. O sırada 10 bin Yahudi, işgal altındaki topraklara yerleşmişti. 1993 Oslo Anlaşması imzalandığında bu sayı 110 bine çıkmıştı. Şimdi 300 bin Yahudi, gasp edilmiş Batı Şeria topraklarında yaşıyor.

Ancak Netanyahu’nun temel bir yanılgısı var: Zaman, İsrail’in lehine değil, aleyhine işliyor. İsrail, düne göre daha çok güven içinde değil. Uluslararası toplumdan giderek tecrit ediliyor ve ahlaken mahkûm ediliyor. Yakın dönemde iki stratejik şok yaşadı. Bölgenin iki önemli ülkesi Türkiye ve Mısır’ı kaybetti. Bu yıl içinde Avrupa’da yapılan bir kamuoyu araştırması, Avrupa halklarının görüşlerinin hızla değiştiğini ve kendi hükümetlerinden farklı bir noktaya geldiğini gösteriyor. Avrupalıların yüzde 45’i Hamas’ın barış müzakerelerine katılmasını destekliyor, yüzde 25’i karşı. Avrupalıların yüzde 53’ü Gazze kuşatmasını gayri meşru, sadece yüzde 16’sı meşru görüyor. İsrail lehindeki uluslararası dengeler teker teker çözülüyor. Eylülde Birleşmiş Milletler’de bağımsız Filistin devleti için oylama yapılacak ve ABD veto etse dahi İsrail, bir kez daha dünyanın vicdanında mahkûm edilen taraf olacak. Esasen Fetih-Hamas uzlaşması, Netanyahu’nun kısmi barış planının gerçekleşmesini artık fiilen imkânsız kılıyor. Ama İsrail’in iç siyasi koşulları, bölgedeki hızlı değişimin ruhuna uygun, kalıcı barışa doğru yeni bir yöneliş için maalesef pek elverişli görünmüyor.

İran, Gazze ve Fetih-Hamas uzlaşması konularında Mısır’ın attığı yeni adımların ortak bir özelliği var: Mısır’ın bu üç konuda şimdi benimsediği yeni çizgi, Türkiye’nin yıllardır savunduğu görüşlerle uyum içinde. Hal böyle iken, daha önce, ‘Arap ülkesi Mısır bile sizin gibi hareket etmiyor’ diye AK Parti hükümetinin bölge siyasetine karşı çıkanlar şimdi, Mısır arabuluculuk yaptı, Fetih-Hamas anlaştı, Türkiye dışarıda kaldı diye başka anlamsız eleştiriler dile getiriyor. Filistin müzakereleri, aslında uzlaşmayı pek arzu etmeyen Mübarek zamanında bile yıllardır Kahire tarafından götürülüyordu. O zaman bile Türkiye, rol kapmak peşinde olmadı. Bu, tamamen doğru bir yaklaşımdı. Mübarek’ten sonra böyle bir şeye kalkışması daha da yanlış olurdu. Bu abes eleştirilerin sahipleri belli ki yazdıkları konuyu ciddi bir şekilde izlemiyor. Fakat daha kötüsü AK Parti hakkında besledikleri önyargılar. Bu koyu önyargılar, onları, Ortadoğu’nun iyi izlemedikleri karmaşık konuları hakkında dahi AK Parti’yi eleştirmek için yorumlar yazmaya sevk ediyor.

Mübarek, kendi diktatörlüğünü ABD desteğiyle sürdürmenin bir bedeli olarak, İran’ı en büyük tehdit ilan etmişti; ama Mısır halkının böyle bir algısı yoktu. Bundan sonra Kahire hükümetlerinin Mısır halkının tercihlerine aykırı siyaset izlemesi kolay olmayacak. O nedenle sonbaharda yapılacak seçimler sonunda Kahire’de iktidara kim gelirse gelsin -yeter ki Mısır halkının iradesini doğru yansıtan bir seçim olsun- Mısır ve Türkiye arasında bölgesel konularda uyumun güçlenerek devam edeceğini rahatlıkla öngörebiliriz. Bölgenin iki önemli ülkesi arasındaki bu güçlü uyumun herkes için olumlu sonuçları olacak.

Haluk Özdalga

Hem indirmesi hemde kullanımı tamamen ücretsiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu