Etnik merkezli sosyolojik savaş
Oysa bu ulusalcı kesimler sosyolojik savaşın tarafı değil, ürünüdürler. Bu kesimler, daha üst bir sistem tarafından itina ile geliştirilmiş ve günümüzde yıkıcı bir zihniyete kavuşturulmuştur. Farklı etnik grupları, ortak bir üst kimlik etrafında dayanıştıran jeokültürel sistemin saf dışı bırakılmasına hizmet edecek etnosentrizm, geçmişte olduğu gibi bugün de en fonksiyonel silah olmaya devam etmektedir.
Yaşanan çatışma ve parçalanma sürecinin Türk ve Kürt kesimdeki ulusalcı zihniyete dayalı olarak ilerlediği ve etnik yabancılaşmanın daha da şiddetlendiği ortadadır. Bu etno-psikolojik ayrışma, zihni parçalanmayı daha da derinleştiriyor. Etnosentrizm, zihinlere çizilen bu sınırları coğrafyaya yansıtacak ahmakça hayallerle Türkleri ve Kürtleri tarihin merkezine oturmaktan alıkoyacak yaramaz ve haylaz iki çocuk haline getirmektedir. Bu sebeple, ülkemizde İslam’ın iki merkez kimliği olan Türkler ve Kürtlere karşı yürütülen sosyolojik savaşın en yıkıcı silahı ırk merkezci zihniyettir. Nitekim, bu iki kesimden İslam’a yabancılaşmış aktörlerin muhatap olduğu süreçte, devletin halka, halkın devlete ve toplum kesimlerinin birbirlerine yabancılaştığı açıkça görülmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki; Türkler de, Kürtler de bu kötü huylu öznelerden ibaret değildir. Sorun, bu öznelerin muhatap konumunu işgal etmelerinden kaynaklanmaktadır. Yüzde doksanı dindar olan bir Kürt kesimini, Marksist-Leninist bir örgütün ve ulusalcı/etnik milliyetçi bir partinin temsili, aynen Türk kesimde de olduğu gibi mümkün değildir. Bu sebeple, sorunun çözümünden yana olanlar kadar olmayanlar açısından da stratejik nokta, muhatap öznelerde düğümlenmektedir.
Sosyolojik savaşlarda, özellikle toplumların sevk ve idaresinde belirleyici olan zihniyet alanları hedef alınır. Bu alanların biçimlendirilmesi esastır. Etnik temelde parçalanacak toplumlarda da, etnisiteyi temsil eden kurumların ve liderlerin aktör olmalarına süreklilik kazandırılır. Sözünü ettiğimiz sosyolojik savaşta, en çok sosyolojik saldırıya maruz kalan kurumlar askerî kurumlar ve siyasal önderlerdir. Hammadde ve tüketim pazarı açısından dünya coğrafyasının stratejik bir bölgesini oluşturan İslam coğrafyası, potansiyel bir jeopolitik güçtür. Çünkü tarihi tecrübesi ve karakteri, doğru jeokültürel kaynaklardan beslendiğinde, etnik kimlikler üstü büyük dayanışmalar inşa etmeye oldukça müsait bir coğrafyadır. Potansiyel bir jeopolitik güç olan bu coğrafyanın, etnik alt kimlik hassasiyetlerini nötralize edecek ve daha üst bir kimlik etrafında, şuurlu ve inançlı bir dayanışmayı inşa edecek jeokültürel kaynaklara yönelmesi, karşı sosyolojik savaşın en stratejik unsurudur. Çünkü küresel ve yerel statükonun yol açtığı içyapıda ayrışmaların ve bölge ülkelerindeki ortak ekonomik ve güvenlik sorunlarının ihtiyaç haline getirdiği iç ve çevresel entegrasyonda, bunun temellendirileceği jeokültürel olgu ve yol açacağı etnik kimlik üstü dayanışma başrolü oynayacaktır. Karşı sosyolojik savaşın en güçlü silahı, işte bu jeokültürel olgu ve sağlayacağı dayanışmadır.
Karşı sosyolojik savaş denince ilk akla gelecek düşünür olan Bediüzzaman, sorunun kaynağını etnik kimliklerin merkezileşmesine bağlıyor. Zihni bütünleşme probleminin İslam kardeşliğinin merkezileşmesi ile çözümleneceğini ifade eden Bediüzzaman, katılım, özgürlük ve güvenlik sorunlarının dindar-demokrat öznelerin muhatap olduğu siyasal bir zeminde devreye girebileceğini, ortak devlet, ortak vatan ve ortak geleceğin bu şekilde ihya edileceğini her fırsatta beyan etmiş ve bu doğrultuda mücadele vermiştir. Karşı sosyolojik savaşta, ülkemiz, ulusalcı ideolojilerden beslenen süreçten ve bu süreci temsil eden PKK ve Ergenekon ara kesitinden çıkarılmalıdır.
Sosyolojik süreç, dindar-demokrat ve İslam kardeşliğini temsil eden Türk ve Kürtlerin aktör olduğu bir zemine oturtulmalıdır. Etnik dayanışmanın yerine İslam kardeşliği dayanışması ikame edilmelidir. Ülkemizdeki farklılıkların bütünleyici ilkesi İslam’dır. “İslâm, uhuvvet-i İslâmiyeye münafi olan kavmiyet davasını men eder.” (Bediüzzaman) Yani, bu iki kesim açısından etnosentrizm, İslam kardeşliğine zıt olan bir davadır. İslam kardeşliği, bu zamanın en birinci farz vazifesidir. Türk, Kürt her Müslüman, bu vazife ile mükelleftir. İslam’ın mukadderatı, İslam âleminin merkez ülkesinin iki ana unsuru olan Türklerin ve Kürtlerin İslam kardeşliği ile etnosentrizm arasında yapacağı seçime endeksli bulunmaktadır. Ergenekon, PKK ve bunların uzantıları, etnosentrizmi seçmişler, sosyolojik savaşta karşı saflara iltihak etmişlerdir. Şimdi sıra dindar-demokrat Türk ve Kürt kesimlerin seçimindedir. Etnosentrizm mi, İslam kardeşliği mi? 2011 seçimleri, karşı sosyolojik savaş gücünün bir göstergesi olacaktır.
Yusuf ÇAĞLAYAN Emekli Askeri Hâkim