Dünya Değişti, “O” CV’ler Değişmedi
Şirin Mine Kılıç; Dünya Değişti, CV’ler Değişmedi. Gazeteciliğe ekonomi muhabiri olarak başladım ama üçüncü yılın sonunda durum değişti. Bir anda kendimi “insan kaynakları, yönetim ve kişisel gelişim” haberleri yapan biri olarak buldum. 12 yıl oldu. Türkiye’de insan kaynakları konusunun tarihine baksanız en çok 15-20 yıl geriye gidebilirsiniz zaten.
İçeriğe Ait Başlıklar
Expatriate ne ola ki?
90’ların ortalarında bu konu o kadar yeniydi ve biz o kadar bilmiyorduk ki İngilizce literatürü anlamaya çalışırken sık sık komik durumlara düşebiliyorduk (neyse ki haberleri yazarken değil hazırlarken oluyordu bu). Örneğin bir gün önümüze “expatriate” diye bir kelime geldi.
Sözlüklerden aradık, anlamını bulamadık. O sıralarda Körfez Krizi yeni bitmişti ve biz savaş literatüründen nasibini almış bir halktık. Savaş zamanı “patriot (vatansever) füzeleri” ile tanışmıştık ve “Expatriate olsa olsa vatanseverlikle ilgili bir kavramdır” diye düşünmüştük. İnsan kaynaklarıyla ne ilgisi varsa…
Kelime kalemimize yapıştı, ne yazabiliyoruz ne silebiliyoruz. Editörüm yurtdışında kariyer yapan tanıdıklarını ve Türkiye’ye henüz gelmeye başlayan beyin avcılarından bazılarını aradı, kelimenin anlamını buldu. Expatriate yurtdışındaki yabancı yöneticilere verilen isimdi! Düştüğümüz duruma epey gülmüştük.
Kaynaktan yönetime geçtik
O günden bugüne insan kaynakları konusunda pek çok gazete ve dergi çıktı, kitaplar yayınlandı. Online İK ve kariyer siteleri kuruldu. 15 yılı aşkın süredir İstanbul’da iki büyük insan kaynakları konferansı düzenleniyor. Binlerce insan bu etkinliklere akın ediyor, bilgilerini güncelliyor.
Bu arada hızlı bir gelişme daha oldu. “İnsan kaynakları nedir” tam anlaşılamadan, bir sürü şirket “zihniyetini” personel yönetiminden insan kaynaklarına dönüştüremeden “insan yönetimi” kavramı geldi. Böylece “Vay efendim insana kaynak denir mi? İnsan meta mı, demirbaş mı falan mı filan mı?” tartışmaları da sona erdi. Bir şirketin farklı birimlerinde çalışan herkesin insan kaynakları konusuna kafa yorması gerektiği, bunun yalnızca insan kaynakları birimlerinin işi olmadığı “anlaşıldı”.
Nesilden nesile aktarılan kötü alışkanlıklar
Bu yazıyı yazmaya niyetlendiğimde ana konu başkaydı aslında. Uzun zamandır kafama takılan bir soru var. O kadar yıl oldu, insan kaynakları sektörü geliştikçe gelişiyor, bilgi en evrensel halinde, bırakın enformasyonu özel hayat bile gizli saklı değil artık, google’a ne yazsan önüne binlerce enformasyon geliyor, ortalık kariyer danışmanı kaynıyor…
Peki ama neden iş ilanlarına başvuru yapanların “kötü” alışkanlıkları değişmiyor ve her kötü şey, bir sonraki nesle olduğu gibi aktarılıyor?
İK’cının Pasiflorayla imtihanı
Bir arkadaşım geçenlerde bir iş ilanı verdi. Bildiği tüm sitelere bu ilanı vermiş, eleman ihtiyaçları çok acilmiş. Gelen ilk başvuruları gördüğünde, tüm iyimserliği, sevecenliği ve hayata duyduğu inançla “Olabilir, mutlaka daha iyileri gelir” diye düşünmüş.
Birinci haftanın sonunda ise masasında bir şişe Pasiflora bulundurmaya başlamış. Dilinde “Neden ama neden?” sorusu ve iş arkadaşlarının acıyan bakışları eşliğinde başvuruları incelemeye devam etmiş. CV’lere bakarken kendini sürrealist filmlerin ana karakterlerinden biri gibi hissetmiş.
Yaşadıkları dünyaya yabancı, interneti chat yapılıp, oyun oynanan, e-posta atılan bir teknoloji zanneden adaylar karşısında ikinci haftanın sonunda ruhu antidepresan ihtiyacı hisseder hale gelmiş.
Geçtiğimiz günlerde bana bir e-posta yolladı ve “içini döktü”. “Ne olursun yaz bunları” dedi.
Karanlıkta kalan sorular
Bu yazının bundan sonraki kısmında okuyacaklarınız konusunda sizi şimdiden uyarıyor, bunların bir şaka, el kayması, şuur kaybı, nazara gelme sonucunda yazılmadığını, bilgisayarınızın ekran ayarıyla oynamamanızı özellikle belirtmek istiyorum. Arkadaşımdan gelen “karanlıkta kalan sorular” şunlar:
- Neden herkes her ilana başvuruyor?
- Neden CV’ler doğru yazılmıyor (buradaki “doğru”nun iki anlamı var. Birincisi Türkçeyi doğru yazmak ikincisi CV’yi doğru yazmak)?
- Neden ön mektuplar birbirinin aynı, neden farklı ön mektuplarda saçmalama konusunda aşırı doz yaşanıyor?
- Neden koskoca ilana “en kısa özgeçmiş” yollanıyor?
- Neden gözlüklü, flu, cep telefonuyla kendine kendine tuvalette, banyoda, çayırlıkta, barda, kafede, saç baş dağınık ya da uykudan yeni kalkmış haldeyken çekilmiş fotolar CV’lere yapıştırılıyor?
- Neden “yönetici” aranan ilana 18 yaşına henüz basmış, üniversite öğrencisi adayı başvuruyor?
- Neden iş görüşmesine gelmesi bile haftalar alacak (yurtdışından ya da şehir dışından) kişiler başvuru yapıyor?
- Neden “STK deneyimi” istenen ilana yapılan 300’ü aşkın başvurudan bir tanesinde bile STK deneyimi yok?
- Neden vazgeçilmez üçlü “sinema, tiyatro, kitap” hala “hobi” sayılıyor?
Başvurulardan özellikle bir tanesi arkadaşımı kendinden geçirmiş. Başvurunun ön yazısı özetle şöyle (ojinaldeki anlam bozukluklarına dokunmadan aktarıyorum): Ben gerçekten yetenekli olduğumu düşünüyorum. Daha henüz 18 yaşındayım. Üniversitede basın-yayın okuyacağım için televizyoncu olma hedefim var. Kariyer hedefim büyük bir tiyatrocu olmak, sinema ile ilgili her şeyde zirveye yaklaşmak. Hayal olarak görmüyorum bazı şeyleri, yetenekli olduğumu düşünüyorum. Zaten tiyatro ve diksiyon eğitimim var.
Gördüğünüz üzere “bu ortamda” yetenekli kişilerin istedikleri işi kapma yüzdeleri çok yüksek. Bunun tek şartı ise onları seçecek yöneticilerin evliya sabrı taşıması.
Monster Yazarı Şirin Mine Kılıç