Değişen İsimler ve Değişmeyen Planlar Üzerine
Osmanlı Devletinin son dönemi hem çok karışık hem de ibret vericidir. Avrupa ve Amerika’nın Osmanlı Devleti ile olan ilişkisi mutlaka ayrı değerlendirilemez ama Avrupa bu noktada daha eski ve istekli bir gözle Osmanlıya bakmakta, Amerika ise yeni soyunmaya başladığı dünya liderliğinde ve petrolün yeni değerin de Osmanlı’yı değerlendirmektedir.
Avrupa siyasetinde; devletler özeline indirgenildiğinde mutlaka çok farklı Osmanlı çizgileri görülecektir. Örneğin; İngiltere’nin 19. yy’ın sonlarına kadar Osmanlı’yı koruma politikası bu yüzyılın son çeyreğinde süratle yerini Osmanlı’ya saldırma politikasına devretmiştir. İtalya henüz İtalya olmadığı dönemde, -eski Türk tehlikesinin psikolojik etkisiyle olmuş olucak ki- Osmanlı ‘ya yardım ve dost olma çizgisini ilk Dünya savaşından sonra işgalci bir zihniyete, hemen akabinde ise güçlenen Anadolu hareketinin tanınmasıyla yerini yine eskisinden daha yoğun bir kardeşliğe bırakmıştır. Almanya’nın 1. Dünya savaşından önce başlayan dostluğmuzu karşılıksız bir sevgi olarak görmediği şüphe götürmez bir gerçektir. Yunanista’nın 4 yy Türk egemenliğinde kalması ve oluşturduğu milli kini 20. yy da dışa vurmuş Balkan Harbi ve akabindeki 1. Dünya Savaşı sonrası katliamları Avrupa’nın bir parçası olduğunu kanıtlamıştır. Amerika’nın Osmanlı Devletiyle ticari boyutta 18. yy da başlayan ilişkileri 20. yy da 1. Dünya savaşında rakip olmamızla ve akabinde Osmanlı Devleti’nin silah bırakması ile daha dikkate değer bir gelişme göstermiştir. Amiral Bristol ve General Harbord raporları gibi Türk mücadelesini destekleyen tarzda ki girişimleri ülkemizde hemen meyvesini vermiş ve Amerikan sempatisi kurtuluş çaresi olma seviyesine yükselmiştir. Dönemin Amerikan başkanı Wilson’un yayınladığı ilkelerde Kürt ve Ermeni devletlerinden bahsetmesi eski sempatiyi kine dönüştürmekte gecikmemiştir. 20. yy daki Avrupa ve Amerikan siyasetinin Osmanlı topraklarını paylaşması ve yeni değer olan petrolü (bunun yanı sıra pamuk. su, şeker, buğday) elde etme planının uygulanmış olduğu, Dünya savaşı sonrası Orta Doğu haritasına bakıldığında çok net görülmektedir. Arap liderlerinin hatırı sayılır bir çoğunluğu İngiltere ve Amerika eğitimli ve destekli diktatörler olmuştur. Zamanla oluşturdukları bu düzeni, yeni yüzyılın (21.) işgal gerekçesi olan demokrasi ve özgürlük silahlarıyla değiştirmişlerdir. Afganistan ve Irak’la başlayan bu planın ugulanma aşaması günümüzde sayfa değiştirerek Afrika bölümüne geçmiştir. Okuduğumuz bu kitap bir çok farklı seride çıksada (Irak, Afganistan, Mısır, Tunus. . ) hala BOP adıyla satılmaktadır. Bu projenin Türkiye için biçtiği görev tam olarak bilinmesede ılımlı islam ve dinler arası diyaloğa açık bir ülke modeli oluşturması bölgedeki görevini az çok belli etmektedir. Dış siyasetimizde ki ikilemlerin sayısının son dönemde sayılamayacak derecede artması bağımsız ve özgün bir çizgide olmadığımıza kanıttır. İsrail’e ‘one minute’ derken Amerika‘nın projesinin eş başkanıyım demek ne derece aynı çizgidir bilinmez ama bu Orta Doğu Projesinin bölgeye demokrasi ve huzur için geldiğini düşünmek tarihi ve günümüz şartlarını okuyamamak olur. Tunus‘ta , Mısır‘da ve Libya‘da ortaya çıkan halk hareketlerinin diktatörlere karşı başlaması mutlaka bölge halkının geleceği açısından umut vericidir ancak; bu hareketliliğin neden çok daha önce olmadığı ve neden ard arda ortaya çıktığı düşündürücüdür. Bu noktada geleceğe ve büyük devletlerin politikalarına dair söylenecek her şey bizi mutlaka komplocu ve maceracı yapar ancak bölgenin demokratik geçmişine ve bağımsızlık serüvenlerine bakıldığında Amerika ve Batı Avrupalı sömürge zihniyetinden habersiz bir girişim olamayacağıda görülecektir. Yeni dünya düzeni diye bilinen planın Afrika ve Orta Doğu ya şimdilik acıdan başka bişey getirmediğini görsekte en iyi niyetli salaklarımız hala özgürlüğün Amerika ve onun eş başkanlarıyla geleceği yalanına kendilerini bağlamaktadırlar. Amerika’nın müslümanların doğal bir süreçle demokrasiyi tanıyamacağı inancı Afrika ve Irak ile gözlerimize sokulsada hala ölen milyonlarca müslümanın niçin öldüğü sorusu uluslararası platformda sorumlulara sorulmamıştır. Ülkemizde acı olan odur ki tam olarak hiçbirimizin bilmediği BOP‘ni çok iyi bilen ve eş başkanlığına soyunan siyasilerimiz vardır. Son dönemde Türkiye içi boşaltılan kelimelerle o kadar yoğun bir terapi sürecine sokulmuşturki bunların dışında düşünmek yada söylem geliştirmek imkansız hale gelmiştir. Demokrasi, değişim, gelişim, kolaylaştırıcı, açılım, diyalog, evrensel, küresel, gelişen ekonomi, darbesiz yaşam bunların örneğini çoğaltmak mümkündür ama tepkisizleştirilen ve sürü haline getirilmeye çalışılan Türk insanının , basın eliyle yürütülen bu sürece dur demesi gerekmektedir. 19 ve 20. yy daki sömürge zihniyeti ve işgalle elde tutma anlayışı Türkiye için olumlu sonuç vermeyecektir. Bunu çok iyi bilen Batılı analizciler Türkiye nin zenginliğine inmenin kendilerince de en kolay yolu olarak demokrasi! ve diyalog! yolunu tercih etmektedirler.
Büyük devletlerin Osmanlı Devletiyle olan değişken politikaları günümüzde Türkiye içinde geçerlidir. Batıya göre devlet adı değişse de dini ve kültürü aynı olan Türk coğrafyası değişmemiş ve bunun yüzyılın sahip olduğu değerler bakımından zor kullanılarak değiştirilmesi imkansız hale gelmiştir. Şiddet, diktatör barındıran İslam ülkeleri için çok iyi bir kılıf olabilir ama demokrasiyi özümsemiş bir Türkiye için kesinlikle yenilir yutulur bir sebep olamaz. Ülkemizin binlerce yıllık tarihi ve kültürel birikimi Türk Ordusunun tüm dünyada ve ülkemizdeki güven verici imajı yıkılmadan Türkiye‘ye sahip olmanın yada yönetmenin imkansız olduğunu bilen batılı uzmanların bu doğrultuda plan üretecekleri muhakkaktır. Son dönem siyasi ve hukuki gelişmeler Ergenekon davasının sokaktaki çocuğa kadar tartışma konusu olması tehlikenin ordu kaynaklı olduğu izlenimi ne yazıkki Türk ordusunun imajına çok büyük bir darbe vurmuştur. Darbenin bırakın siyasi tartışmalardan sokak ağzından bile silindiği şu dönemde Türk ordusunun özelde bazı generallere yüklensede toplumda oluşturduğu intiba ile ordunun geneline yayılan bi güvensizlik oluşturduğu kesindir. Türk hukuk tarihinin belkide en büyük davası olan bu soruşturmanın daha sonuçlanmadan Ordu hakkında siyasi ağızlardan ve basından verilen suçlu!!dur yargıları ve bunun basın yayın yoluyla tüm ocaklara girmesi Türk insanının bilinç altında oluşturduğu mehmetçik şemasını temelden yıkmaya yönelik girişimler olmuştur. Genel anlamda ister dışardan bir etkiyle ister kendi irademizle yapılmış olsun ülkemizde ki gelişmelerin yakın dönemde cereyan eden olaylarla (ırak işgali, Afganistan işgali, kuzey Afrika hareketleri..) ilişkilendirildiğinde birbirinden kopuk değerlendirileceğini hiçbir siyasi stratejist iddaa edemez.
Ülkemizin maddi ve manevi değerlerinin tek ve koşulsuz sahibinin Türk insanı olduğunu ve bu değerleri kullanmanın iç siyaset kadar dış politikayıda bilmek ve yönlendirmekten geçtiğini unutmamak gerekmektedir.
Murat Çıtak
Tarihçi ve Yazar