Cahit Külebi’nin Sanatı
Cahit Külebi’nin yazmaya başladığı yıllarda, Türk şiiri 4 farklı kanalda yürüyor ve kimi ustalarını da yetiştirmiş bulunuyordu.
1. Resmi ideolojiyi benimseyen ve tek parti yönetiminin populist politikası doğrultusunda ve memleket edebiyatı çerçevesince ürün veren Faruk Nafiz, Ahmet Kudsi, Ömer Bedrettin, vb.
2. Yahya Kemal ve Ahmet Haşim den beslenen mistisist ve sembolik öğeler içeren “saf şiir” anlayışı çerçevesinde yazan Necip Fazıl, Fazıl Hüsnü, Ziya Osman, Cahit Sıtkı, Ahmet Muhip Dranas, Ahmet Hamdi Tanpınar vb.
3. Şiirin toplumsal siyasal işlevi de olduğuna inanan, halkın yoksulluğunun yansıtılmasını savunan İlhami Bekir, Hasan İzzettin, Ömer Faruk Toprak vb.
4. Bu üç anlayışa da karşı çıkan, yazınsal sanatlardan arıtılmasını isteyen ve küçük adam söyleneni öne çıkaran, Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet, Necati Cumali vb.
Her şeyden önce vurgulanması gereken nokta şudur: “Tozlu dumanlı sokaklarında Ankara’nın/ Her sabah kendini yitiriyorum. / sokaklar tutukluyor beni/ bir sonsuz boşluğa iniyorum” diyen Külebi kırı temsil eder. Kent bir tehlike ortamıdır.[1]
Cahit Külebi kendi şiirlerinde yaptığını “Yeni romantizm” diye adlandırıyor. Bu yeni romantizm tabiri ile ortada dönen “romantik” anlamı arasında fazla bir ilgi yoktur. Çoğu, romantik denince aşağılık, ya aşırı yapma duygunun ya da temelli duygusuz yeryüzüyle hiçbir ilgisi bulunmayan bir kısım döküntü sanat eserlerini anlamaktadır. Hâlbuki “Yeni Romantizm” yapıcıdır. Fertçi değil toplumcudur. Hayal ile ilgisi pek azdır. Gerçeğe sağlam bağlarla bağlanmıştır. Tazedir. Çoğu zaman iyimser ve neşelidir.
Hüznü de kederi de başkadır. Kaynağı milli sanattan gelir. Gözleri bağlı değildir. Açıkçası Realizmle beraber yürümektedir. Ona nasıl “Yeni Romantizm” denirse “Yeni Realizm” demek de doğru olabileceği gibi başka bir adda takılabilir. “Gerçekçi romantizm”
Böyle diyen Külebi yurdun perişanlığını, Anadolu insanının bahtsızlığını sefaletini, şiirlerine ustalıkla koymuştur ama bu sefaleti bir doktrin adına adeta sevinerek sergileyen “toplumcu” lardan olmamıştır. Şiir adedesi yalnız kara, acı ve kötü tarafları gösteren bir büyülteç değildir. Sınıf veya taraf tutuculardan olmadığı için acıdığı veya acındırmak istediği konunun yalnız burukluğunu vermekle yetinmiştir.
Cahit Külebi; “Sanat eseri, makalenin, hitabetin ödevini benimsememelidir” der.
İçinden yetiştiği Anadolu’nun ruh ve özünü iyi tanıdığı için onu hiç yadırgamamış, ona yabancılaşmamış olan bu şairde yurda ve halka tutkunluk, acıma ve yararlı olma düşüncesi önde gelir. 1940 şairlerinin hepsinden daha fazla ve derin olarak Anadolu’yu işlemektedir. Orhan Veli’nin bohem ve alaycı, Fazıl Hüsnü’nün tabiat-üstücü, Bahçet Necatigil’in yılgın ve örtülü şiir tarzları ötesinde iyimser, açık ve gerçekçi eserler vermiştir.
CAHİT KÜLEBİNİN ŞİİRLERİ
Cahit Külebi’nin şiirleri üç öbekte toplanabilir:
1- Memleket şiirleri
2- Aşk şiirleri
3- Destanlar
Memleket şiirleri
Cahit Külebi, biçim yönünden bir önceki kuşağın ortaya koyduğu “Anadolu şiirleri” tarzına yeni bir üslupla yaklaşmıştır. Bu yolda ne şairane övgücülüye kaçmış ne de yurdunu kapkara göstermek için çalışmıştır. Anadolu halkını ve toprağını belirli bir maksat yolunda harcamak için değil, şiire gelir özellikleriyle, sevgi ve saygıyla yansıtmıştır.
Külebi, büyük şehirde olmasına rağmen köyünden kopmamış aydınlardandır. Anadolu köyündeki yaşayışları kâh çocukluk hatıraları halinde kâh bir aydının bakışıyla yazmıştır. Başta çocukların, başka insanların, başka öğretmenleri hayatlarını şiirleştirmiştir.
Bu hayat tecrübesi ve görerek yazma niteliği onun şiirine buruk, sıcak bir gerçeklik katmaktadır. Anadolu’nun değişmez kaderi bitimsiz dertleriyle birlikte sevimli damları, davul zurnaları ve mutlulukları da şiirine girmektedir.
Bu şiirde insanlar kağnılarla, kamyonlarla hayvanlarla gider gelir. Ağaçlar büyür, çeşmeler akar, çocuklar adam olmaya çalışırlar. Bir karınca çizimleriyle, âdeta mutlu yarınların geleceğini müjdelemek ister:
Büyük bir ulusuz biz, büyük
Mutlu günler düşünmek ağlatır insanı,
Çemişkozek’te, Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar
Öksü kor musunuz Vatanı?
Yurt şehirlerinde tabiatın yoksunluğu ile insanın bahtsızlığı iç içe sunulur. Bunlar birbirini doğuran sebep ve sonuçlardır. Anadolu’da tabiat ve insan birlikte yükselecek, zenginleşecektir. Buysa aydınların Anadolu’yu unutmayıp sevmelerine, açılmalarına bağlıdır. Külebi’nin toplumcu görüşü bu fikir etrafında toplanabilir.
Külebi’nin memleket şiirlerinde açılış hasretli bir ses vardır. Bu sesi gurbettir. Büyük şairimiz Yunus Emre’de en koyu derinliğe varan iç ve dış gurbetidir, çaresizliktir. Trenlerde, kamyonlarda, kağnılarda rastladığımız çilekeş Anadolu insanının yüzüne vuran ifadedir. Zaten Külebi ile Yunus Emre arasında bazı kelime benzeyişleri bile görülebilir.
Küçük bir çeşmeysek ne olmuş sanki
Kalmayız naçar…
Aşk şiirleri
Kuşak taşlarının bütün temalarını az çok paylaşmış olan Cahit Külebi, onlarda daha fazla aşk şiirleri yazmıştır. Günlük maceraları aldığı olur, nükteli aşk şiirleri de yazardı. Ancak, çoğu şiirlerinde değişik tutumu vardır.
Dağlarca’da kadın ve cinsi istekler iyice gizlenmiştir. Necatigil’de aile ve semboller çemberine tıkılmıştır. Orhan Veli’de kadın biraz bayağılaşır, cinsi ilişkiler açık açık söylenir ve aşk duygusu alaya alınır.
Külebi’nin şiirinde çok geçen kelimelerden bir de “kızlar” dır. Külebi kızlar karşısında dövünüp ağlamaz, onlardan birine vurgun da görünmez ama güzelliklerini hoşluklarını “semaver gibi kaynayan” hallerini anmadan edemez. Karacaoğlan gibi kadınlara karşı kadınlara karşı hem arzulu ve gerçekçi, hem de onları Leylalaştırma eğilimindedir. Şairane sözlerini onlardan esirgemez.
Pembe gül hülyandır açılmış
Beyaz gül yanakların
Sarı gül dağınık saçlarındır;
Ve mahzun kalbim ateş gibi
Yanan dudaklarındır
Destan
Cahit Külebi, Atatürk kurtuluş savaşında adıyla, şiir halinde bir destan yazmıştır. Hayaller, mecazlar geniş ve parlak değildir… Bunlar “destan” iddialı bir eser için zayıf sayılır. Ancak iyi işlenmiş bir vatan ve Atatürk sevgisi bu eksikliği gideren şair bazı tekrarlar yaparak kelime ve harf seçimlerine dikkat ederek, şiirine yer yer yankılamalar ve çok seslilik koymuştur.[2]
Davullar zurnalar düğünde
Biz seni hatırlarız…
Dil ve Üslup
Külebi, Halk şiir geleneğinden ayrılmakla beraber, heceye çok yakın bir serbest mısra üslubuyla yazmaktadır. Kafiye başka ses uyumlarından da faydalandığı bu şiirlerine eski halk değişleri ve hele türküler alt yapı gibi sinmektedir. Sevdiği türküleri, bazı şiirlerine fazla kaynaştırmadan aldığı da olur.
Atların kuyruğu düğümlü
Bir yandan yağmur yağar ıslak;
Bir yandan hamutlar şak şak eder
Bir yandan tekerler döner, dön geri bak.
Burada malzeme olarak alınan Harput türküsünün aslı şudur:
Bir dere baştanbaşa cevizli bağ
Cevizler şak şak eder dön geri bak
Külebi’nin türkülere ve deyişlere fazla yer ayıran bu ahenk anlayışı son yıllarda “kolaya kaçma” şeklinde hücumlara uğramış olacak ki, şair (hisar dergisi: Temmuz 1965, sayı:19) bir konuşmasında bunu bir “suç” gibi üzerine almış görünüyor.
Benim kolaylığım vardı, mısra ritimlerinde, o kolaylığı bıraktım” diyor. Şair yalnız ritmlerden değil, eski şiirlerindeki iyimser ve yakın üsluptan da bezmiş olacak ki Süt kitabına koyduğu Eldesiz çağrı gibi şiirlerini “Biraz siyah fonlu, daha yoğun” diye övüyor.
Bu, şimdiye kadar yazdığı şiirlerin inkârı mıdır, bir güceniş midir, yoksa yılların anlamsızlık havasına uymak çabası mıdır? Söylemek zor. Fakat Külebi’nin asıl sevilen şiirleri o eski şiirleridir. Onlarda bir “ritm kolaylığı” varsa bu, şairin kendi yarattığı kolaylıktır. Nitekim her şair o kolalığı bulamamıştır.
Konuşma diline yakın ve halkın deyimlerine tanışık olan Külebi, Türkçe’nin lezzetini bulan şehirlerdendir, fazla mecaza kaçmamış sembol ve timsallere yer vermemiştir. Gösterişsiz ama sevimli tablo çizimleri vardır.[3]
Köprüde kadınlar bir hoş
Gözlerinde balıklar sarhoş
Cahit Külebi’nin dil üzerine Kuvay-i Milliyeci şairleri münevver Oğan – Nuray Altıntaş’la yapmış olduğu bir söyleşi bulunmaktadır. Kendi ağzıyla kendi dilini açıklamıştır. Külebi.
Sayın Külebi, Türk şiirinde çok seslilik olgusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Her sanatçı kendi dilini dünyasını ve üslubunu (biçim) kullanırken kişiliğini de ortaya koyar. Bütün sanat türlerinde olduğu gibi elbette geleneklerden, yaşantıdan etkilenmek zorundadır. Ben içinde yaşadığım, geliştiğim ortamı yansıtmaya çalıştım. Ancak daha önceki şairlerin yaptığı gibi halk şiirini taklit etmedim. Aslında halk şiirini yansıttığı yolundaki değerlendirmenin yanlış olduğu kanaatindeyim. C. Atuf, bu konuda kendine uygun bir yöntem benimsedi. Ancak daha sonra benden etkilendi. Ayrıca şunu belirteyim; benim şiirimde garip olduğu gibi apaçık bir tepki görülmemekle birlikte; yurdumuzu, insanlarımızı başka türlü gösteren şairlere karşı bir tepki bulunduğunu sanıyorum.”
Böyle diyordu Cahit Külebi.
Lirizme varan içtenliği, sesi ve şiirinin yapısıyla 940 kuşağının öncüleri arasında sayılan Cahit Külebi, ilk çıkışında evrimini kendi içinde tamamlamış bir şair olarak görünmüştür. Gerçeği özgün ve tamlama ve benzetilerle şiire dönüştürme becerisi kazanan sokulgan bir kişilik… çoğu şairin uzun çabalardan sonra elde edebileceği bu özellik tekilden almış, çoğula götürmüştür. Yalınlığı aleladeda, şairce söyleşi şair anelikten ayırmanın ustası olduğu için ince ve berraktır. Sözcükten, kavramdan almış, yaşama, ülkemize, insanlarımıza götürmüştür.[4]
Cahit Külebi, Anadolu’dan yetişen aydın şairlerin özlemlerini Anadolu diliyle yansıtmıştır. Kendisini büyük şehirde yalnız hissetmiş, daima doğduğu topraktan hasretini çekmiş, bu hasretini dile yansıtmıştır. Külebi’nin şiirleri insanı bıktırmayan oldukça serbest dil musikîsine dayanır.[5]
Külebi’nin şiirleri, tekrarlanan unsurla değişen unsurlardan meydana geliyor. Bunların beraber yürümesi şiire, estetik bir güzellik kazandırıyor. Hemen hemen bütün sanat eserlerinde, bu iki sanat unsurunu, değişen ile değişmeyeni beraber buluyoruz. Bu ise Külebi’nin diline farklı ir tat kazandırmaktadır. Bir yandan yağmur yağarken diğer yandan hamutlar, şak şak ediyor. Üçüncü parçada bir derenin içinde iki üç akçakavak gözüküyor. Ve tekerlekler dönüyor. Duymuş olduğu heyecan, şairin başını döndürüyor. Dördüncü parçada nihayet, şairin doğduğu köy gözüküyor.
Orda derenin içinde
İki üç çırıl çıplak
Alçacık damı düşündükçe
Gözlerim yaşarıyor, dön geri bak
Bu manzara fakir, zavallı, fakat onun kendi vatanıdır. Çocukluğu orada geçmiştir. Kendi hayatı ve sevdikleriyle alçacık damlar arasında, hissi bir münasebet vardır. Son parçadaki;
Irmaklar gibi uzaklaşır
Bir türkü kadar uzak
Mısralarında şairin bu hayali, seyahate ne kadar estetik bir hak soktuğunu görüyoruz. Bu şiirde hâkim olan hava, bizde hazin bir güzellik duygusu uyandırıyor.
Tüm bu özellik Külebi’nin dilinin canlı ve hareketli olmasını sağlıyor. Külebi’nin şiirleri, hareketli, ahenk dolu, Anadolu halkı gibi temiz ve berraktır.
Cahit Külebi, Anadolu’yu, kendi hayatı ile birleştirir. Onun taşını toprağını kendi varlığının bir parçası gibi hisseder. “Tokat’a doğru” şiirindeki daüssıla’nın arkasında “köküne bağlılık” ve ona “dönme” duygusu vardır. Külebi’nin dili, yalnız bu şiirde değil, diğer eserlerinde de “orijinalite” sini bu kelimenin Türkçe en doğru karşılığı sayılabilecek olan “köküne bağlılık “ duygusunu alır.[6]
Yani Külebi’nin dili, Anadolu gibi orijinaldir. Saf, temiz, duru, açık ve anlaşılırdır. Az sözcük, kısa dizeler elden geldiğince arınmanın rahatlığıdır. İçten ve duyguludur.
İSTANBUL
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm
Diksar’da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.
Sonra âlem değişiverdi,
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak
Sonra âlem değişiverdi.
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak
Mevsimler ne çabuk geçiverdi.
Unutmak, unutmak, unutmak
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.
İSTANBUL ŞİİRİNİN TAHLİLİ
Şiire şekil olarak baktığımızda, serbest hece ölçüsüyle yazılmış, 7, 8, 10, 11 heceli mısralar fazla olmayan şiirde tekrar özelliğiyle âhengi sağlıyor.
Şiirin özünde “kamyonlar kavun taşır ve boyuna onu düşünürüm” cümleleri sürekli tekrarlanıyor. Bu hem âhengi sağladığı gibi şiirin anlaşılmasına da olanak veriyor. Şiirde başka tekrarlar da var: “Sonra âlem değişiverdi.”, “Herkes beni aldattı gitti.”…
Şiirde geçen kelimeler genelde somut ağırlıklı kelimelerden oluşuyor. Somut kelimeleri, şairce çağrışımlar uyandırmak amacıyla kullanıyor. Bu kelimeler, hem şiirselliği oluşturduğu gibi şiire mânâ bakımından da değer veriyor.
Şiire içerik yönünden bakılacak olursak, Cahit Külebi’yi, onun sanat anlayışını, düşünce dünyasını, Anadolu’yu, kendi yetiştiği yerleri anlattığını, Külebi’nin anlaşılmasında “İstanbul” şiirinin çok önemli bir yere sahip olduğunu görüyoruz. Gerçekten İstanbul şiiri Külebi’yi Külebi yapan şiirlerin başında gelir. İstanbul şiirini Külebi’nin “memleket şiirleri” içerisinde ele alabiliriz.
Külebi İstanbul’a gelmiş, fakat her zaman aklında, gönlünde, doğup büyüdüğü ve çok sevdiği Anadolu aklınla gelmektedir. “Boyuna onu düşünürdüm” sürekli bir özlem, sürekli bir gurbet, sürekli bir kavuşma isteği… İstanbul’a gelmesiyle her şeyin aniden değiştiğini, farklı olduğunu, Anadolu’yu yansıtmadığını vurguluyor, Külebi “sonra âlem değişiverdi. Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.” İstanbul’da her şey farklılaşmıştır.
Külebi, Anadolu’yu kendi hayatıyla birleştirir. Anadolu’nun taşını, toprağını suyunu, havasını kendi varlığının bir parçası gibi hisseder. O ne olursa olsun “köküne bağlı” olmayı tercih eder.
Anadolu’yu yansıtırken yalnızca kötülükleri, fakirliği yoksulluğu yansıtmaz. Anadolu’nun asıl özelliği olan güzellikleri yansıtmıştır, Külebi. Amacı Anadolu’nun sefaletini; yoksulluğunu yansıtmak değil, bu gerçeklerin yanında asıl güzel yönlerini vurgulamaktır. Cahit Külebisi’de ideoloji yoktur. O Anadolu’yu yalnızca güzel yönleriyle yansıtmıştı. Anadolu’yu en güzel yansıtan şairlerin başında muhakkak ki Külebi gelmektedir şiire dil ve uslüp bakımından baktığımızda Külebi’nin dili konuşma diline yatkın halk deyimlerine yer veren Türkçe’nin lezzetin sunar. Mecaz ve sembollere fazla yer vermemiş, doğrudan anlatmaya çalışmıştır. Gösterişsiz, açık anlaşılır, duru öz Türkçe’si vardır. Külebi’nin Anadolu’yu yansıtmış olan eserleri, yalın ince ve berraktır.
Anadolu şairi Külebi seçtiği sözcükleriyle de Anadolu’yu yansıtır. Kavun, toprak, hava, su… kelimeler gerçekten çok doğal. Estetiğini oluştururken ayrı bir uğraş vermemiş gibi rahattır. Az sözcük kısa dizeler ve aranmanın yolu.
Cahit Külebi’nin dili Anadolu gibi yalın, açık ve berraktır. Herkes tarafından anlaşılan, fakat basit olmayan ahenkli bir dil musikisine dayanan, ahenk dolu, aynı zamanda açık ve anlaşılır ve Anadolu kadar berraktır.
DİPNOTLAR
[1] Ahmet OKTAY, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı 1923-1950 Kültür Bakanlığı yayınları/ 1562, Ankara, 1993, S.1042-1043[2] Ahmet KABAKLI, Türk Edebiyatı, 3. cilt, Türk edebiyatı yayınları, İstanbul, 1974, S. 537-538
[3] Şükran Yurdakul, Çağdaş Türk Edebiyatı 3, Edebiyat dönemi bir şiir, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2002 S. 256
[4] İnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Derğâh Yay. 3. Baskı, İstanbul, 2002, S. 90
[5] Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri 2, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Dergâh Yay, 2. Baskı, İstanbul 1974 S. 248
[6] Şükran Yurdakul, Çağdaş Türk Edebiyatı 3, Edebiyat dönemi bir şiir, Evrensel Basım Yayın, İstanbul 2002 S. 124
KAYNAKÇA
1. Oktay, Ahmet; Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı 1923-1950, Ankara, 2001.
2. Işık, İhsan; Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, Ankara, 2000.
3. Kabaklı, Ahmet; Türk Edebiyatı, İstanbul, 2008.
4. Yurdakul, Şükran; Çağdaş Türk Edebiyatı 3, İstanbul, 2005.
5. Enginün, İnci; Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Ankara, 2003.
6. Kaplan, Mehmet; Şiir Tahlilleri 2, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Ankara, 2003.
Ahmet Evis