Başarı İçin Biraz Cesaret
Günlerdir çevremde bir cesaretsizlik dolaşıp duruyor. Karşılaştığım birçok kişiden neden yapmıyorsun ya da yapamıyorsun diye sorduğumda “cesaretim yok” cevabını duymaya başladım. O kadar zor mu? Biraz cesaret yahu…
Aslında o kadar zor olabilir. Cesaret edemediğimiz için kimbilir ne fırsatlar kaçırdığımızı düşünecek olursak hepimizin listesi az çok dolacak galiba. “Cesarete ihtiyacım var” diyen kişiler en azından bir şeyler yapmaları gerektiğinin farkında ama harekete geçemiyorlar. Üstelik kaybedecek hiçbir şeylerinin olmadığı alanlarda. Hani kişisel ilişki, sağlık, hayati risk falan gibi konular olsa anlayacağım. Bildiğin profesyonel yaşam, hayata karşı duruş veya bunun gibi konularda cesaret gösterememek nedendir diye düşünüp duruyorum birkaç gündür. Özellikle iş hayatında cesaretsizliğin nedenleri nedir ve neden insanlar atmaları gereken adımları bilip de atamazlar diye kafamı yordum durdum.
Öncelikle şu konfor alanı denen şey sanıldığından çok daha bağlayıcı sanırım. Birçok insan alışık olduğu, yapmayı bildiği, yapıp iyi sonuç aldığı alanlarda oynamayı tercih ediyor. Kontrol alanımızın dışına çıkamamak aslında kabullenilmiş kölelik gibi bir şey. Kabullenilmiş kölelik diyorum çünkü sınırları çizen biz, içinde kalmayı seçen biz. Ayrıca bundan yakınan da biz olunca filmin hem senaristi hem oyuncusu rolünde kendi duvarlarımızı kendimiz örüyoruz. Ne kadar uzun kalırsak bu duvarların arasında, o kadar risksiz ve bir o kadar da aynı hayatları, kariyerleri yaşayıp duruyoruz… Kişi bu durumdan memnunsa sorun yok. Ama asıl sorun, hem şikayet edip hem de kurtulamama hali. İşte cesaretsizlik denen şey duvarın dışına çıkma isteği olduğu halde çakılıp kalmak galiba…
Peki bunun sebebi ne? Aklıma birçok sebep geliyor; öncelikle “atalet” kelimesini fısıldıyor beynim kulaklarıma. Ataletin sözlük anlamı tembellik. “Süredurum” aslında daha iyi anlatıyor ne demek istediğimi. Olduğu gibi oldurmaya devam etme durumu yani. Ne sıkıcı bir seçenek. Ama yaptığı işi yapmaya devam eden ve bundan sonra da devam edecek o kadar çok kişiyiz ki şu dünyada. Zaten olduğu durumdan hoşnutsuz olup süredurumlarını bozabilen kişiler değiştirmiyor mu dünyayı? Biz de bu kişileri lider, başarılı yönetici, öngörü sahibi kişi gibi üzerimize takıldığında sevindiğimiz sıfatlarla anıyoruz.
Kısaca, biraz cesaretli yaşamak istiyorsak ve kontrol alanımızın dışındaki dünya nimetlerinden faydalanmak istiyorsak ilk şu soruyu sormamız lazım: “Bugüne kadar yaptığımdan daha farklı ne yapmam lazım ki sınırlarımı genişletebileyim?” Farklı şeyler deneyebilme dürtüsünü içimizde uyandırabilirsek dışarısını içerisi yapma şansımız oluyor.
Farklı şeyler yapabilme dürtüsünü nasıl uyandıracağız?
İşte bir sonraki “mantıklı” soru olarak sırıtıyor karşımda. Ama her mantıklı soru gibi önümüzden cevaplanarak çekilmek zorunda. Dürtü içsel ve kişisel bir şeydir. Dış faktörler ile etkilenebilir olsa bile asıl basılması gereken nota kişinin kendi iç dünyasında saklıdır. İşte tam bu noktada hayata bakış açımızın önemi ortaya çıkıyor. Hayata pozitif bakabilme, karşılaştığımız olaylara problem veya fırsat diye yaklaşabilme, hayatımızdaki negatiflikleri bile faydaya dönüştürebilme yeteneği birçok alanda “cesaret” diye algılanabilecek davranışlar sergilememize sebep oluyor.
Tabii bir de “merak” var. Hakkkını yememek lazım. Bilinmeyene karşı merak insanlık tarihinin en önemli toplumsal ve bireysel dürtülerinden biri. Ve bazı insanlar diğerlerinden daha meraklı. Merak ve cesaret arasında nasıl bir bilimsel ilişki var bilmiyorum ama meraklı kişilerin hem profesyonel alanda hem de özel hayatta yeniliğe açık, farklı şeyler deneyebilen kişiler olduğunu gözlemledim. Dolayısıyla kontrol alanlarına sıkışıp kalma olasılıkları çok daha az. Eğer bu mantık yürütme doğruysa merak, cesareti kamçılayan bir faktör olabilir.
Ama en önemli faktör bence korku. Planlanan veya arzulanan sonucun değil de, bize zarar verecek başka bir şeyin olma olasılığı birçok adımı atmamıza engel oluyor. Dikkatinizi çekerim “olma olasılığı” dedim. Olma olasılığı olduğu kadar o kötü şeylerin olmama olasılığı da var. Ya olmazsa??? O zaman kendimize sınırsız fırsatlar yaratabilme şansımız doğmaz mı? Ancak bu kendini koruma dürtüsü sanırım insanoğlunun ilk varoluş zamanlarından ve fiziksel olarak savaşmak zorunda olduğu dönemlerden kalma bir dürtü.
İyi de o zamanlar avlanarak besleniyorduk ve olası riskler hayatımızın sonlanması ile sonuçlanabilecek risklerdi.
Şimdiki zamanda örneğin iş hayatımızda alabileceğimiz risklerin kaç tanesi bu kadar önemli olabilir ki? Tabii ki bazı teknik, hayat riski taşıyan işlerde çalışanları bu cümlenin kapsamından çıkarıyorum. Olma olasılığı zayıf olayların başımıza gelebileceği varsayımı ile hayatı ve bize sunduğu fırsatları pas geçtiğimizi düşünüyorum. Denemek ve bir şey olmadığını görmek cesaretimizi arttıracak ve daha çok yeniliği denememizi sağlayacaktır.
Bir de çevremizde bizim için endişelenen, korumaya çalışan veya başarımızı kıskanan ya da sadece fikir beyan etmek için bulunan negatifçiler var. Ben onlara kısaca “durduran ma’cılar” diyorum. Onların cesaretsizliğimizdeki etkisinden bahsetmeden geçemem. Bir çocuk hayatı boyunca binlerce kez “yapma”, “etme”, “koşma”, “elleme” gibi neyi yapmaması gerektiği konusunda (koruma amaçlı) uyarılarak büyümekte. “Pozitif ma’cıların” ise pek sesi soluğu çıkmıyor. Çıksa da diğerlerinin yanında cılız kalıyor. “Yılma”, “korkma”, “durma” gibi.. Yeni bir şey denemek isteyen bir kişiye iddia ediyorum “yapamazsın” diyen, “yaparsın” diyenden daha fazladır. Ben bunu tamamen kötü niyete değil yukarıda sözünü ettiğim varoluş savunma mekanizması olarak negatife odaklanmadan ve korumacılık hissinden kaynaklandığını düşünüyorum.
Son olarak cesaretsizliğin ilacı sanırım kendimize biraz uzaktan bakabilme becerisi. Olduğumuz yerden gördüğümüz ile yukarıdan bakarken gördüğümüzüz resim aynı olmayabilir. Kaybedeceklerimizi gözümüzde küçülttüğümüzde, gerçekte alacaklarımız büyüyecektir.
Cesaret… Biraz cesaret yahu…
Çiler YILDIZ