Aklın Özgürleşmesi Deng Xiaoping ve Başbakan Erdoğan (2)
Aklın Özgürleşmesi Deng Xiaoping ve Başbakan Erdoğan (2)
Eski Çin’de en üstün değer itaat idi ve bu, Çin Komünist Partisi’nin işine çok yaradı. Deng Xiaoping ,”iki uygarlık inşa etmek zorundayız: Maddi uygarlık ve manevi uygarlık” diyerek reformlara start vermişti. Bugün Çin’de demokrasi denemeleri yapılmaktadır.
“Siçuan ve Hubei’nin 200 kasabasında parti şefleri için deneme niteliğinde seçimler düzenlendi. Hatta Çonking Belediyesi’ne bağlı Lonzing kasabasının şefi de bölgenin GSYH’sini 3 yılda dörde katlama sözü ile iş başına geldi. Şef bu sözünü kanıtlamak zorunda. Aksi halde kısa süre içinde koltuğunu kaybedecektir.” Aslında bu, Çin için yeni bir şey değil. Zaten Brookings Enstitüsü Çin Merkezi Müdürü Çeng Li de deneme seçimlerinin 680.000 köyde yapıldığını söylüyor. Yani “Çin alttan gelen bir demokrasi ile yönetiliyor. Bu seçilenler zamanla yükselip ÇKP’nin en üst konumuna gelen liderler oluyor.”
Hu Jintao, ülkesindeki refah seviyesinin geliştirilmesiyle ilgili bir başka konuşmasında şöyle demektedir: “Kültürel gelişimi ilerletmemiz ve tüm ulusun kültür ve etik kalitesini belirgin ölçüde yükseltmemiz gerekir.” Türkiye’nin de bu konuda acil bir politika üretmesi gerekmektedir. Büyük cip’lerle gezmek, yalılara, villalara sahip olmak maalesef insanımızı daha etik ve kültürlü yapmamaktadır. Bu bencillik trafikte ve yükselen her yeni semtte rahatça fark edilebilir. Kısacası, AK Parti’nin ustalık dönemindeki kalkınma modeli daha çok kültürlü ve bilime dayalı bir kalkınma modeli olmalıdır. Ülkenin kaynaklarının da çevreye uygun ve sürdürülebilir bir şekilde kullanıma sokulması, gelecek nesiller açısından ve bir dünya devleti olma yolundaki Türkiye için son derece önemlidir. Hu Jintao’nun Çin için öngördüğü ekonomi politikası Türkiye için de geçerlidir. Onun sanayileşmiş, enformasyona dayalı, kentleşmiş, piyasaya dönük ve uluslararası bir ülke olma yönünde ilerlemeleri hızlıca bitirilmelidir. Hu Jintao, halkının refahı için hiçbir riskten sakınmayarak ÇKP dışından gelen iki bakan atamıştır. Hatta alanının en iyilerinden birisi olan teknoloji bakanı Van Gang bir başka partinin başkanlığını yapmaktadır.
AK Parti’nin “Hayaldi gerçek oldu” sloganı “yatırım, büyüme ve risk zamanı” olarak değiştirilmelidir. Zira artık Türk halkı kendine daha fazla güveniyor ve kendisine fırsat ve sermaye sunulduğunda gerçekleştiremeyeceği hiçbir şeyin olmadığına inanıyor. Bununla beraber artık çevreye daha duyarlı politikalar da üretmek gerekir. 2007’de ÇKP kongresinde Hu Jintao, “artık ülkenin odak noktasının ekonomik büyümeden yaşam kalitesini yükseltme ve çevreyi iyileştirme hedefine doğru kaydırılacağını” resmen açıkladı. Türkiye yeterince büyümüş olsa da, artık kaygılar daha çok vatandaşın refahı ve yaşam kalitesinin geliştirilmesi üzerine kurulmalıdır.
‘Nehri, içindeki taşları hissederek geçmek’
Erdoğan iktidarının üçüncü dönemi, ilk iki döneminkinden çok daha zorlu olacak. AK Parti iktidarı, Türkiye’nin önünde büyük bir engel olarak duran Kürt sorununa çareler aramak zorundadır. Sorunun çözümü için de radikal kararlar almak gerekebilir. Aksi halde bir sonraki genel seçimlerde AK Parti dahi Güneydoğu’daki bazı illere giremeyebilir. Zira bölgedeki insanlar, AK Parti icraatlarını çok beğense ve bölgeye yatırılan kaynaklardan memnun kalsalar da, Kürt milliyetçiliğini benimsemiş durumdadır. Gün geçtikçe bölge halkı BDP’nin politikalarını daha fazla benimsemektedir. Öte yandan Suriye’de Kuzey Irak’taki yapılanmanın bir benzeri olan bir “Özerk Suriye Kürdistan”ının kurulma ihtimali vardır ve bu planın kısa vadede gerçekleşme ihtimali söz konusudur. Erdoğan, reformlardan ve Kürt sorununu çözme gayretinden vazgeçmemelidir. Aslında bu konudaki kararlılığını eski İçişleri Bakanı’nı açılımdan ve güvenlikten sorumlu başbakan yardımcılığına getirerek göstermiştir. Çin’in de benzer sorunları vardı. Tiananmen trajedisinden sonra dibe vuran Çin’de dönemin devlet başkanı Deng, “İstikrarı ve değişimi sürdürmeliyiz. On yıl boyunca yavaş tempoda ilerlemek zorunda da kalsak, Çin yine de köklü değişimi başaracaktır.” deyip değişimin önünü açmıştı. 1990’da emekliye ayrılması gündemde olan Deng, halen siyasi ve ekonomik istikrarı yakalamayan Çinlilere şöyle seslenmişti: “Çin liberal düşünceye tutunacak, riske atılmayı göze alacak, reformları sürdürecek ve bu yol komünizm mi, yoksa kapitalizm mi diye tartışarak kendine köstek olmayacak.” Onun için rejimin tartışmasından ziyade reformların ne boyutta olduğu önemlidir. Sonuçta değişim uzun süren bir süreçtir. Çin’de uzun sürdüğü gibi Türkiye’de de uzun sürecektir.
Tiananmen meydanında yaşananlar, Tibet ve Tayvan sorunu Çin’in en önemli sorunlarıdır. Bu konuda ülkede ciddi bir otokontrol vardır. İnsanlar bunları pek konuşamazlar. Batı da bu konularda çok duyarlı ve Dalay Lama’yı çok sempatik buluyor. Tibet, Çin’in dörtte biri kadar bir toprak parçasında bağımsızlık talep ediyor. Her ne kadar Dalay Lama Batı için çok sempatik olsa da Batı’nın unuttuğu ve abarttığı rakamlar var. 1950 öncesi Tibet’in nüfusu 1 milyon civarındadır ve ortalama yaşam ömrü 36 civarındadır. ÇKP’nin Tibet’e uyguladığı özel statü gereği bölgenin nüfusu 4 milyona ulaşmış ve yaşam ömrü de 66’ya çıkmıştır. Bununla beraber Tibetliler kendi liderlerini seçebilir ve Pekin’dekinin aksine 3 çocuk yapma hakkına da sahiptir. Ayrıca Batı’nın hak iddia ettiği gibi Tibet’te birçok Çinli de yaşamakta ve bölgenin kalkınması ve gelişmesi için sağlıktan eğitime kadar diğer bölgelere oranla daha fazla yatırım yapılmaktadır. Belki de zamanın iktidarları da benzeri politikaları Güneydoğu için de uygulasalardı, bugün Güneydoğu’nun doğusundaki illerin nüfusunun büyük çoğunluğu da Türk olabilirdi.
Tayvan, Çinliler için anakaranın ayrılamaz bir parçası olarak gözükmektedir ve gün geçtikçe de Tayvan ile Çin arasındaki ticari ilişkiler artmaktadır. Çin’de 50 bin Tayvanlı imalat şirketi çalışmakta ve bununla beraber 100 binin üzerinde Çin-Tayvan ortaklığıyla kurulmuş şirket bulunmaktadır. Ada ile anakara arasındaki yumuşama devam etmektedir. Zaman zaman ilişkilerde sıkıntılar yaşansa da Çin, halen Tayvan’ın bir numaralı ticaret ortağıdır. Bu, biraz da Türkiye ile Kuzey Iraklı Kürtlerin ilişkisine benzemektedir.
Çin’de bireyler siyasetle fazla ilgilenmese de ÇKP üç grupta reformları sürdürmeye kararlı gibi gözükmektedir. Bunlar, yerel düzeydeki parti komitelerinde çok adaylı seçimleri artırmak, yerel bütçe ve kaynak aktarımında daha fazla şeffaflığa ulaşmayı sağlamak ve son olarak da parti ve hükümetin tüm kademelerinde yeteneğe ve başarıya dayalı bir atama sistemini yerleştirmektir. Öte yandan merkezin geliştirdiği politikaları şeffaflaştırmaya, çok yaygın olan yolsuzluğu cezalandırmaya, ‘parti içi demokrasiyi’ ve ‘parti dışı denetimi’ geliştirmeye devam edilmektedir. Sadece medyayı özgürleştirme çabalarında duraklama görülmektedir.
‘Atalar ağaç diker, gölgesinde serinlemek torunlarına nasip olur.’
Çin, rejimi ne olursa olsun sürekli değişmekte ve gelişmektedir. Yaşanan olumlu değişimlere rağmen, ülkenin halen büyük sorunları bulunmaktadır. Bunların başında medya ve yargı reformu gelmektedir. Çin medyası, henüz çok sesli ve çok özgür değildir; ancak emareler ülkedeki medyanın gün geçtikçe daha da özgürleşmekte olduğunu göstermektedir.
ÇKP, son otuz yıldır Çin tarihinin “ilk modern, ekonomik bakımdan gelişkin anayasal devletini kurmaya çalışıyor”. Ancak bunu da Çin’e özgü bir şekilde, sindire sindire ve AB ülkelerinden bazı hukukçulardan destek alarak ve ülkedeki değişik yerlerde değişik hukuki uygulamalarla yapmaktadır. Eskiden avukat tutma hakkı olmayan ülkede hukuk eğitimi veren üniversiteler yaygınlaşmaktadır. Dolayısıyla ülke hukukun üstünlüğünü derinleştirmeye çalışmaktadır.
Türkiye’nin -neredeyse- yüzde 60’ı (Güneydoğu’daki birkaç il haricinde) Erdoğan’ı desteklemektedir. Erdoğan, bu desteği Türkiye’yi ekonomik ve siyasi yönden tamamen yeniden dönüştüreceğini vaat ederek daha da artırdı. Dahası, Erdoğan, tam demokratik yeni bir anayasa, daha fazla siyasi ve ekonomik reformlarla Türk halkının önünü açarak “aklı da özgürleştirme”lidir. Aklı özgürleşen bir Türkiye, Avrupa ve Ortadoğu’nun en önemli ülkesi, Erdoğan’ı da 21. yüzyılın en büyük liderlerinden birisi yapacaktır. 21. yüzyılda Batı ile Doğu arasında daha fazla bir denge politikası izlemek zorunda kalacak olan Türkiye ile 21. yüzyılın en büyük ülkesi olma yolunda hızlı bir şekilde ilerleyen Çin’in birbirinden öğrenebileceği çok şey var. Pekâlâ, bu bilgi ve ekonomik alışverişe iki ülke arasında “Stratejik Ekonomi ve Diplomasi Diyalog” grubu kurarak başlanılabilir. Stratejik Ekonomi ve Diplomasi Diyaloğu ile iki ülke birbirini daha fazla tanıma fırsatı bulacak ve ileriye dönük daha fazla siyasi ve ekonomik ortaklıklar kurabilecektir. Dahası iki ülkenin Orta Asya ve Ortadoğu’daki çıkarları bir yerde kesişmektedir ve bunun için iki eski komşu arasındaki diyaloğun daha da artması şarttır.
Markus Ürek Uluslararası İlişkiler Uzmanı