Derin eşitsizliğin kırılgan aktörleri
Sabah gün doğarken çok erken saatlerde şeffaf birer hayalet gibi hızla dolaşarak çöp kutularına bakan ve bir kısmının iki tekerlekten ibaret arabasında gül ya da karanfil takılı olan genç adamlar. Nadiren de olsa kadınları da görmek mümkün. Onlar kendilerini geri dönüşüm işçileri, kâğıt işçileri, katı atık ya da kâğıt toplayan gençler olarak görüyorlar. Yaptıkları iş tam da bu zaten. Alın teriyle hayatlarını kazanan insanlar. Aslında derin sosyologlar olarak çöpte çizilen toplumsal haritamızı en iyi bilen kişiler. Çok farklı mahalleleri gezenler yokladıkları çöp kutularında toplumsal gerçekliğimizle yüz yüze geliyorlar. Onların bu engin tecrübesi sonunda değerini bulacak gibi, çöp sosyolojisi diyebileceğimiz bu alanla ilgilenen bilim adamları olduğunu biliyoruz. Çöpten çıkan atıkların analizi bizi eşitsizliğin, adaletsizliğin tam nerede kurulduğuna dair asıl kaynağa biraz daha yaklaştıracak, tüketimdeki israfın boyutlarını da yoksulluğun detaylarını da gözler önüne serecektir.
Geçtiğimiz aylarda Bilgi Üniversitesi öğrenci kulübü Özgür Açılım’dan gençlerle buluşmuştum bir sohbet toplantısı için. Sonrasında Kâğıt İşçileri Derneği Başkanı Ali Mendillioğlu ile devam etmiştik güne, onunla tanışmak çok şey öğretti hepimize. Kendisi aynı zamanda dört yıldır çıkmakta olan Katık dergisinin yayın yönetmeni. Onu en çok üzen şey, kâğıt işçilerinin yaptıkları önemli hizmete, sağladıkları geri dönüşüme, israfı ciddi boyutta hafifletmelerine karşılık marjinalleştirilmeleri ve yadırganmaları. Kâğıt işçilerinin sosyalleşmesi, öteki insanlara karışma istekleri, kitap okumaları, dergi çıkararak kendilerini ifade etmeleri çok ilginç bulunuyor. Oysa kâğıt işçileri kendi içinde homojen bir grup değil ve Kürtler, kadınlar, başörtülüler, başörtüsüzler, Aleviler, Romanlar her kesimden insan var. Hatta son yıllarda emekliler ve farklı meslek gruplarından insanlar da ek iş olarak kâğıt toplamaya başlamış. Türkiye’de bu işten evine ekmek götüren, hayatını kazanan binlerce insan var ve her birinin bu işe başlama hikâyesi farklı birbirinden. Özelleştirmelerin etkisi, göçler, işsizlik, kimsesizlik ve daha birçok sebep. Yaşadıkları pek çok şiddet olayından, haksızlıktan ve belediyelerle yaşadıkları kimi sorunlardan söz ediyordu Mendillioğlu. Bu bağlamda derneğin kuruluşu, işlevi çok önemliydi. Hiç kimse bu işi yapmak istemezdi sonuçta ama mademki bu iş bizim bir gerçeğimiz bir yandan çalışanların işini huzur içinde yapmasını sağlamak öte yandan da gündelik çıkarları aşacak şekilde mücadele etmek, meselenin temelindeki sorunları ortadan kaldıracak köklü bir çözüm üretmek gerekiyordu.
Bu mücadele işçinin bir sabah kalkıp hayal kurmasıyla başlayacak, ve daha iyi bir dünya olabileceğine inanmasıyla gelişip serpilecek bir direnişti. Dayanışma çabalarını mevcut ezilen durumunu kutsallaştırmak yerine, bunu değiştirmek için ellerinden geleni yapmak olarak açıklıyordu. Asıl kutsal olan, daha iyi bir hayat için, uğradıkları haksızlıkların değişmesi için verilen mücadeleydi.
Bu işin bir başka kolu sayabileceğimiz hurdacılık da geri dönüşüm emekçiliği. Dünyabizim.com’da Volkan Yahşi, onları bilge, kalender, mütevekkil ve mütevazı insanlar olarak tanımlamış. Şehrin varoşlarında kimi zaman ailesiyle kimi zaman bekar evlerinde yaşayan, ekmek teknelerini itekleyerek kilometrelerce yol yürüyen, yürürken her şeyi ve herkesi incelikle görebilen, görmüş geçirmiş güzel amcalar hatta bazen teyzeler.
Tekneye neler atılır; Yahşi, iyi gözlemlemiş, kitaplar, gümüş ve pirinçten şamdanlar, bilgisayar parçaları, kulaklıklar, giysiler, ayakkabılar, halılar, soba boruları, içki şişeleri, gazete desteleri, büyük naylonlar, pet şişeler ve daha birçok nesne. Hayattan atılanları bir kez daha ince elekten geçiren, gözleri değersiz sanılan nesnelerdeki değeri bulup çıkarabilecek maharete sahip adamlar.
Mendillioğlu, Katık dergisinin olanaksızlıklar yüzünden sıklıkla çıkarılamadığını ama bu kadarının bile büyük başarı olduğunu söylüyor ki çok haklı. Birçok işçi burada düşüncelerini duygularını bir metne dönüştürme tecrübesi yaşamış. Sürekli dışarıdan tanımlanan, yaratılan gençlik mitlerine uymayan, bu yüzden görmezden gelinen bu ülkenin zayıf naif ve sessiz gençleri, dergiyle kendilerini ifade etme sesini duyurma ve kendi sesini duyma imkânı bulmuş. “Avrupa’da böyle bir dergi olsaydı çok ses getirirdi. Özellikle de akademisyenlerin ilgisini çekerdi. Bizde ilgi görmedi.” diyor başkan.
Dokuzuncu sayıda Selimcan Alabay, Hayatın Kenar Kulübesi başlıklı yazısında hep birlikte aynı nehirde aktıklarını, aynı istikamette gittiklerini fakat farklı bir nehre geçmeyi akıllarından bile geçirmediklerini yazmış. Buna cesaret edemediklerini söylemiş.
Geçmişindeki sabıkalar yüzünden ‘dış dünya’dan ailesi de dahil hiç kimseyle iletişim kuramayan Can Baba ise Başbakan’ın Davos’taki “bir dakika” çıkışından çok etkilenmiş. “İnanılması zor bir insanlık suçu hakkında dünyanın gözünü kulağını açtın, bu zulmün ayıbını hak edenlerin suratına bir tokat gibi vurdun, bu satırların size ulaşmasını öyle çok istiyorum ki ah bir bilsen.” diyor yazısında. Yaşadıkları zorlukları, eziyetleri, şiddeti anlatmış ve ‘Biz atık kâğıt işçilerini toplasanız sadece Ankara’da bir Filistin oluştururuz.’ demiş, bizi de görün manasına.
Seçim atmosferinde gündem çok yoğun olduğundan bazı meseleler esas, bazıları ise teferruat olarak görülüyor. İnsana dair her mesele aynı kıymette aslında. Çünkü büyük acıların yolları küçük sanılan acıların görmezden gelinmesiyle döşeniyor. Sorunlar arasındaki önem hiyerarşisi ortadan kalksa toplumsal barış adına daha hızlı ve sahici bir yol kat edilebilir. Kocası tarafından öldürülen Ayşe Paşalı olayına, verilen cezaya basında birinci sayfadan yer verilmesi bu kötülüklere kalkışacaklar için caydırıcı olmuştur mesela. Her hikâye hepimizin ortak hikâyesinden koparılmış bir parça ve her parçamız aynı değerde. Kâğıt işçilerinin sayısının bütün şehirlerde gözle görülür biçimde artması, çığ gibi büyümesi dikkatle izlenmesi gereken bir gerçeklik. Sadece kent sosyolojisi bağlamında değişimin göstergelerine, sınıfsal farklılıkların belirtilerine ulaşmak bakımından değil, hak ve adalet duygusunun siyasete daha derinden nüfuz edebilmesi için politikacılar anlamalı ve dinlemeli onların hallerini.
Yıldız Ramazanoğlu