Yeni anayasa ve meslek kuruluşları
Siyasî partilerin seçimden sonra gündeme gelecek yeni anayasayla ilgili görüşleri ortaya çıkmaya başladı. Bu iyiye işaret, ama yeterli olmaktan uzak. Açıklamalar daha çok genel ilkeler seviyesinde kalıyor.
Doğal olarak, özgürlük ve demokrasi vurgulamaları öne çıkıyor, ancak geliştirilmiş bir demokratik anlayışın ve genişletilmiş bir özgürlüğün ayrıntılara nasıl ve ne ölçüde yansıtılacağı meçhul. Oysa, başka birçok konuda da olduğu gibi, meselenin özü teferruatta gizli. Bu yüzden, partilerin maksimalist ve aşırı genel söylemlerine kulak kabartmakla yetinmeyip onları minimalist konumlar almaya ve temel anayasal ilkelerin kurumsal ve konumsal açılımları üzerinde düşünmeye, fikir ve öneri geliştirmeye ve bunları topluma taahhüt olarak açıklamaya zorlamak gerekli.
Genelle özelin bağlantısını kurmak ve özel üzerinde odaklanmak yeni anayasayla ilgilenen bireyler ve örgütlü veya örgütsüz sivil toplum kesimleri için de anlamlı ve yararlı bir yol. Hep ilkesel meselelerle ilgilenmek ve büyük, makro sözler sarf etmek, geniş talepler sıralamak yerine, detaylara inmek ve bazı spesifik konuları kendine dert edinmek anayasa çalışmalarında gerçek ve hızlı bir açılım sağlayabilir. Bu çerçevede ele alınabilecek önemli bir konu, meslek kuruluşlarının durumu. Bunların örgütlenme ve çalışma tarzı, tabi olacağı mevzuat, birçoğumuzun zannettiği gibi sadece meslek mensuplarını ilgilendirmiyor. Hem meslek erbabı, hem onlardan hizmet alanlar hem sivil toplum hem de demokrasimiz etkilenme menzilinde.
Meslek kuruluşlarının bugünkü statüsünün çatısı 1961 Anayasası ile çatıldı. Anayasa darbe mahsulü olduğundan, bu statünün dayandığı zihniyet tek parti döneminin mirasıydı. Bazı çevrelerin Türkiye’nin en özgürlükçü, en demokrat anayasası sıfatını iliştirmeye çalıştığı bu anayasa, korporatist bir siyasî yapılanma kurmayı hedef almıştı. Anayasa’nın 122. maddesinde meslek kuruluşlarının kamu kurumu niteliğinde olduklarına işaret ediliyor, yönetim ve işleyişlerinin demokratik esaslara aykırı olamayacağı belirtiliyordu. Hem örgütlenmede tekel yaratmak hem de tekel konumundaki yapılanmalarda demokratik işleyişe uyulmasını beklemek yaman bir çelişkiydi. 1961 Anayasası’nın bu konuyla ilgili kavrayışı önemli bir değişiklik yapılmadan 1982 Anayasası’na taşındı. 135. maddeyle bu kuruluşların tekelci konumu ve kamu kurumu olma niteliği muhafaza edildi. Yukarıda işaret ettiğim çelişki, demokratik esaslara uygun işleyiş şartının ortadan kaldırılması yoluyla giderildi. Ayrıca bu kuruluşların “kuruluş amaçları dışında” faaliyette bulunmaları yasaklanarak, kâğıt üzerinde, siyasetle ilgilenmelerinin önü kesildi. İzleyen yirmi yılda, fiiliyatta, bunun tam tersi oldu.
Meslek kuruluşlarının mevcut yapılanma ve işleyiş tarzı birçok mahzur üretmekte. Bunların her biri geçtiğimiz aylarda hacimli çalışmalara konu yapıldı. Bu gazete yazısında birkaçına özetle işaret edebilirim. Bu düzenleme her şeyden önce örgütlenme özgürlüğüne aykırı. Demokrasilerde bir örgüte üye olmak hak olduğu kadar olmamak da, üye olunan bir örgütten çıkmak da bir hak. Belli mesleklerin mensuplarını kanunla meslek kuruluşlarına üye olmaya zorlama uygulaması örgütlenme özgürlüğünü ihlal ediyor. Dünyadaki genel eğilime uygun olarak bazı mesleklerin icrasını meslek kuruluşuna üyeliğe bağlamak normal sayılsa bile, bu, neden meslek kuruluşlarında tekelleşmeye yol verildiğini açıklamaya ve tekelleri meşrulaştırmaya yetmiyor.
Bu tekelleşmenin doğurduğu sonuçlar hem meslek erbabının hem halkın zararına. Kazançlı çıkanlar yalnızca devlet ve söz konusu kuruluşların idaresini ele geçirenler. Tekelleşme bir bütün olarak meslek erbabının çıkarlarına hizmet etmiyor. Şöhretsizlere karşı şöhretlileri, gençlere karşı yaşlıları, yenilere karşı eskileri, taban fiyat uygulaması, ilave sınavlar vb. yollarla koruyor. Rekabet engellendiği için de halk daha düşük kaliteli ve daha yüksek fiyattan hizmet satın almaya mahkûm ediliyor. Anayasa kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının siyaset yapmasını yasaklıyor ama fiiliyatta hepsi boğazına kadar siyasete batmış vaziyette. Bu, ahlâkî tehlike dediğimiz şeye vücut veriyor. Binlerce mensubu birden çok belki onlarca siyasî görüşe sahipken, bu kuruluşlar belli bir siyasî görüşün sözcülüğünü yapıyor ve sanki tüm üyeler yönetimin görüşünü paylaşıyormuş gibi konuşuyor, tavır alıyor, faaliyet yürütüyor. Ticaret odalarında sol görüş dışlanıp sağ kanat ağır basarken, mühendis, eczacı, tabip odalarında sağ görüş dışlanıp sol -bazen radikal sol- çizgiler seslendiriliyor.
Ancak bu ideolojik farklılık, onları devlet ideolojisine kolayca teslim olmakta farklılaştırmıyor. Özellikle kritik zamanlarda devletin yanında saf tutuyorlar. Bürokratik siyasî iktidarla demokratik siyasî iktidar arasında bir çatışma olduğunda da, “güçlü” olanı, yani elinde silah tutanı tercih edip silahlı gücün uzantısı olan “silahsız güçler”e dönüşüyorlar. 28 Şubat, bunun en güzel örneğini verdi. “Mahşerin 5 atlısı” denen meslek kuruluşları 28 Şubat askerî müdahalesini canla başla destekledi. Dolayısıyla, bu yapılanma demokrasiye de zarar veriyor. Demokrasiye indirdiği darbeler, daha az dikkat çeken başka bir alanda da vuku buluyor: Sivil toplum. Tekelci örgütlenme modeli sivil toplumun altını oyuyor. Sivil toplum unsurlarını sivillikten çıkartıp üniformasız resmî görevliler hâline getiriyor. Toplumsal çeşitliliği boğup, gönüllü faaliyetler için elzem olan müşevvikleri ortadan kaldırıyor.
Meslek kuruluşlarının cari statüsünün değiştirilmesi açık ve acil bir ihtiyaç. Zaten hayat bu düzenlemeyi taşımıyor, reddediyor, etkisizleştiriyor. Mesela, barolardaki tekelleşme fiilen kırıldı. Anadolu’daki kimi barolar Türkiye Barolar Birliği’nin kendi adına konuşmasını kabul etmediği gibi, avukatlar da dernek ve vakıflar aracılığıyla örgütleniyor ve farklı görüşlerini seslendiriyor. Aynı şeyin mühendis, tabip, eczacı odaları ve ticaret odalarında da olması lâzım. Aslında meslek kuruluşlarının bu tekelci örgütlenmesinin değiştirilmesi ve sistemin daha sivil ve demokratik hale getirilmesi belki de yeni anayasada üzerinde en kolay uzlaşılabilecek husus. Zira, hiç kimseyi örgütlenme hakkından mahrum bırakmadan, neredeyse hiçbir siyasî-ideolojik çizgiyi temsil mekanizmalarının dışına atmadan gerçekleştirilmesi mümkün. Bu yüzden, birilerinin, tercihen siyasî partilerin, bu konuda inisiyatif alması ve belki bu istikamette bir kampanya başlatması lâzım.