İnsanlık için en büyük tehdit: İklim krizi!
İklim krizi, Gezegenimiz iklim değişikliğine bağlı ciddi bir tehdit altında. Bilim insanlarına göre sıcaklık artışları, seller, toprak kayması, orman yangınları gibi afetler küresel ısınmanın birer sonucu. Gelecek dönemde mevcut tabloyu tersine çeviremezsek, ısınmanın geri döndürülemez hale geleceği bir “iklim krizi” ile karşılaşmamız kaçınılmaz görünüyor.
İçeriğe Ait Başlıklar
İklim Krizi
ÎKLÎM krizi, içinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli sorunlarından biri. Geçtiğimiz aylarda dünyanın birçok bölgesinde yaşanan sıcak hava dalgaları, ölümcül seller ve orman yangınları insanoğlu açısından yaklaşan tehlikenin birer habercisi aslında. Geçen yaz İngiltere başta olmak üzere Avrupa kıtasında hava sıcaklıkları son yüzyılın en yüksek seviyelerine 40 derecenin üzerine kadar tırmandı, öyle ki İngiltere Meteoroloji Müdürlüğü bile tarihinde ilk defa aşırı sıcaklıklara dair kırmızı alarm seviyesine geçildiğini duyurmuştu.
Geçtiğimiz aylarda Türkiye’de Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere yurdumuzun çeşitli illerinde görülen sağanak yağışlar, sel ve su baskınları da bozulan iklim dengesinin birer göstergesi niteliğinde. Dünya Meteoroloji Örgütü, sıcak hava dalgalarının gelecek dönemde daha sık bir şekilde yaşanacağı ve bu seyrin en az 2060’lı yıllara kadar devam edeceğini öngörürken, bilim insanları bu tür aşırı hava olaylarını iklim krizine bağlıyor.
Afet Riski Artıyor
Peki, iklim krizi nedir? İklim krizi, atmosfere salınan sera gaz miktarının artması sonucunda yaşanan olumsuzlukları ifade ediyor. İnsanların yıllardır çevreyi bilinçsiz bir şekilde kullanması sonucu artık atmosferin dengesi bozuldu. Sanayi Devrimi ile birlikte ortaya çıkan kitlesel üretim teknolojileri, hızlı nüfus artışı, fosil yakıt ve bilinçsiz elektrik kullanımı ise iklim krizini tetikleyen en önemli faktörler arasında yer alıyor.
Uzmanlar, endüstri devriminin ardından yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanan kömür ve petrol gibi fosil yakıtların ortaya çıkardığı karbon emisyonları nedeniyle dünyanın 1,1 derece ısındığını belirtiyor. Bu sıcaklık artışı da buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi ve biyo-çeşitliliğin azalması gibi kronik sonuçların yanı sıra fırtına, sel, dolu, yıldırım, kuraklık, aşırı sıcak ve soğuk hava dalgaları, heyelan gibi akut doğa olaylarının sıklığını ve şiddetini artırıyor. Doğal olarak bütün bu gelişmeler de insanoğlunun yaşam kalitesine yansıyor.
Yaklaşan Tehlikeye Dikkat!
Deloitte’un ”Dönüm Noktası” başlıklı raporu da yaklaşan tehlikenin boyutlarına dikkat çekiyor. Raporda, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 23 ülkede küresel ekonomiye yön veren şirketlerin CEO’ları ile yapılan Sürdürülebilir Hareketler Endeksi Araştırmasındaki veriler analiz edilmiş.
Araştırmaya katılan üst düzey yöneticilerin yüzde 49’u son altı ayda kuraklık, orman yangınları, aşırı sıcak ya da şiddetli fırtına gibi iklim kaynaklı olaylarla karşılaştıklarını ifade ediyor. Üst düzey yöneticilerin yüzde 89’u iklim konusunda acil önlem alınması gerektiğini düşünürken,yüzde 79’u da iklim krizi konusunda kritik noktaya gelindiğine inandıklarını belirtiyor.
Deloitte, hazırladığı analizle, dünyadaki ortalama hava sıcaklıklarının artması konusunda iki senaryo üzerinden değerlendirme yapıyor. İlk senaryoda, dünyanın ortalama sıcaklığının üç derece arttığı, ikinci senaryoda ise Paris İklim Anlaşması uyarınca küresel ısınmanın bir buçuk derece ile sınırlandığı öngörülüyor.
110 Milyon Kişi İşini Kaybedecek
“Dönüm Noktası” raporuna göre, 2070 yılına kadar dünyadaki ortalama hava sıcaklıkları üç derece arttığında, küresel ekonomi 178 trilyon dolarlık zararla karşı karşıya kalacak. Bu tutar, iş dünyasındaki birçok şirketin kapanması ve yatırımların durması, insanların evlerini ve işlerini kaybetmesi, yeterli gıdaya ve sağlık hizmetlerine ulaşılamaması anlamına geliyor.
Ortalama sıcaklığın üç derece artmasının en çok etkileyeceği bölge, Asya-Pasifik olacak. Analize göre, bölge ekonomisi 96 trilyon dolar seviyesinde zarar edecek. Aynı dönemde Amerika kıtasında 36 trilyon dolar, Avrupa’da 10 trilyon dolar zarar olması beklenirken dünyanın geri kalanındaki zararın ise yaklaşık 40 trilyon dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Ayrıca sadece Avrupa’da 110 milyon kişinin işini kaybedeceği de bir diğer öngörü.
Turizmi Olumsuz Etkileyecek
Yine Deloitte’un raporuna göre, ortalama hava sıcaklığının artması ekonominin yanı sıra, dünyadaki yaşamı da doğrudan etkileyecek.
Sıcak dönemlerin uzaması insanlar üzerindeki stresi artırırken çalışma verimliliklerini de düşürecek. Deniz seviyesi yükselirken gerek verimli tarım alanları gerekse de kıyılardaki yerleşim alanları su altında kalacak.
Üretim ve yatırımlar ertelenirken değişen iklim şartları yüzünden hastalıklar ve ölüm oranları artacak. Ülkelerin tarımsal üretimleri değişecek ve birçok kıyı ülkesi için çok önemli bir gelir kaynağı olan turizm de bu şartlardan olumsuz etkilenecek.
Deloitte’un raporunda yer alan ikinci senaryoya göre, dünyadaki ortalama hava sıcaklıklarının Paris İklim Anlaşması’nda belirtilen kriterlere uyacağı öngörülüyor. Bu anlaşma uyarınca küresel ısınma bir buçuk derece ya da daha azla sınırlanır ve dünya yüzyılın ortasına kadar net sıfır emisyon hedefine ulaşabilirse 2070’e kadar dünya ekonomisinin 43 trilyon dolar daha fazla büyüyeceği tahmin ediliyor.
Dünyanın geleceğini tehdit eden iklim krizi konusunda bir başka dikkat çekici rapor da geçtiğimiz aylarda denetim danışmanlık ve vergi hizmetleri alanında faaliyet gösteren PvvC’den geldi. PwC’nin 25’incisini gerçekleştirdiği Küresel CEO Araştırmasına göre dünya genelinde CEO’ların yüzde 33’ü iklim değişikliği konusunu risk unsuru olarak dile getiriyor.
Türkiye’deki CEO’ların ise iklim değişikliği konusunda daha endişeli olduğunu görüyoruz. Yüzde 49’luk bir oranla Türkiye’deki CEO’lar en çok endişe ettikleri konular içerisinde makroekonomik dalgalanmanın ardından ikinci sıraya iklim değişikliğini koyuyor. Aynı raporda altı çizilen bir başka nokta ise çevre duyarlılığının dünya genelinde artması.
Karbon Salınımı Azaltılmalı
Peki, mevcut durumu tersine çevirmek mümkün mü? Tabii ki bu noktada en önemli konu, küresel ısınmanın en önemli nedeni olan karbon salımının azaltılması. Mevcut üretim süreçlerinin neden olduğu emisyonun ve özellikle de karbon salımının acil bir şekilde azaltılması gerekiyor.
Zaten Paris İklim Anlaşması ile de tüm dünya ülkeleri karbon emisyonlarını önümüzdeki yaklaşık 30 yıllık süreçte sıfırlamayı taahhüt etti. Ayrıca 2019 yılında yayımlanan Avrupa Yeşil Mutabakatı ve bu metnin tamamlayıcısı olan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması, Avrupa Birliği üyesi ülkelere ve bu ülkelerde dış ticaret yapan diğer ülkelere daha erken dönemlerde çeşitli önlemler almayı zorunlu hale getiriyor. Türkiye de geçen yıl Paris İklim Anlaşmasını imzalayarak bu dönüşüm sürecine katılan ülkeler arasında.
Işin bir başka boyutu ise uluslararası anlaşmalara göre karbon emisyonları taahhüt edilen sınırda tutulsa bile dünya hala ortalama üç derece daha sıcak olacak. Uzmanlar eğer 20 yıl içinde küresel ısınmayı bir buçuk derecenin altında tutmayı başaramazsak bunun artık geri dönüşünün olmayacağını savunuyor. Çünkü bilimsel araştırmalar 2010 yılından buyana insan faaliyetlerinden kaynaklanan net sera gazı emisyonlarının giderek arttığını gösteriyor.
Bazı bilim insanlarına göre ise Paris İklim Anlaşması ile ivmelenen çabalara rağmen henüz istenilen noktada değiliz. 2050 yılında bir buçuk derece hedefine ulaşılabilmesi çok kolay gibi görünmese de hala mümkün. Bu hedef ile uyum, emisyonların neredeyse yılda yüzde 4,5 oranında azaltılması anlamına geliyor. Şüphesiz, iş dünyası bunun başarılmasında kilit rolü üstlenecek.
Hala Umudumuz Var!
Tabii iklim krizi ile mücadele konusunda bireyler olarak bizlere de önemli görevler düşüyor. Daha yaşanabilir bir dünya için günlük yaşam alışkanlıklarımızda küçük değişiklikler yaparak gezegenimizin daha aydınlık bir geleceğe kavuşmasına katkı sağlayabiliriz. Bunun için de üretimden tüketime kadar toplumun bütün kesimlerinin doğaya verdiği tahribatı, bir başka deyişle “karbon ayak izi’’ni azaltması şart.
Çünkü mutfaklarımızda yemek pişirmek veya ısınmak için kullandığımız enerji kaynağından ulaşımdaki yakıta kadar birçok faktör çevreye verdiğimiz zararı artırıyor. Dolayısıyla karbon ayak izimizi azaltmak için fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak, et tüketimini azaltmak, toplu taşıma araçlarını kullanmak ve atık yönetimine dikkat etmek ilk akla gelen önlemler arasında.
Bu listeyi daha da uzatmak mümkün ama gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bıraknıak istiyorsak kısacası hem bireyler hem kurumlar olarak “sorumlu üretim” ve “sorumlu tüketim” anlayışını, benimsememiz artık kaçınılmaz görünüyor.