Aşkın Tarifi (Mi) ?
”Aşkın tarifi de yapılır mı yahu” sesleri yükselir gibi. Aşkın tarifini ancak aşktan yananlar ve aşktan büyük bir haz alanlar yapabilir. Kesinlikle yaşanması gerekir yazabilmek için. Yazarken ancak rahat nefes alabildiğimi hissettiğim için, kendi adıma izlenimler elde ettiğim ve bunun yanında hayat adı altında gördüğüm aşkların zor da olsa tarifini, ne olduğunu ne hissettirdiğini paylaşmak istedim. Makale kanıt gerektirir ve benim en büyük kanıtım dünyadaki milyonlarca kişinin ayrı ayrı yürekleri ve savdaları.
Aşk, belki size göre de bir cümle, bir yaşayış, bir kırılma, bir gönül burukluğudur.
Aşk ne midir; ne mi hissettirir? Önsözde aşkın tarifi yoktur ancak yaşanarak elde edilen tek titremedir; baştan ayakucuna kadar.
Aşk için o kadar çok şey yazılıp çizilmiştir ki… Bir Nazım’ın dediği, yaşadığı büyük aşk -gerçek aşk- bir de Mevlana’nın aşkı tüylerimi diken diken eder. İkisi de iki büyük insan ve iki büyük aşka en güzel örnektir.
Nazım ne der aşk için bilir misiniz? :
Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun.
Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin… İki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.
Sen, “Ama senin için şunu yaptım” derken o, “şunu yapmadın” diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın. Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. “Peki o ne yaptı” deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu.
Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?
Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “Acılara tutunarak” yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki…
Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun Unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana. Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası…
Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu.
Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…
NAZIM HİKMET
Her duyguyu vermiştir yazısında Nazım Hikmet. Yalnız kalışın da güzel olduğunu ancak söylerken içinin buruk oluşunu hissediyorum. Aşk yaşanması gerektiği gibi diyor ya hani, işte aşkın özgünlüğü buradan geliyor. Aşkı adam gibi alnının akıyla yaşıyorsan mutluluğu önce kendine haz verir sonra da karşındakine. Mutsuzluk kısmı da yüreğinin kenarında bir kıvılcım olarak kalır işte. Ne onunla ne onsuz cümlesine tek özne aşk olsa gerek.
Dünyadaki tüm canlıların her bir şeye duyduğu bağlılığın adı aşktır. İnsan tanrı canlı cansız her şeyde aşk yaşanır, güzelliği de budur. Kendine göre kendi özgünlüğünde aşkı yaşamak… Aşkların en güzeli…
Aşk ikidir, tek hecedir ama iki kelimeyle anlatılablir, iki kişiyle yaşanabilir, iki değişik kuramı vardır. Ya sana göre beyaz ya da siyahtır. Bu iki rengi diyebilecek kadar yürekli olma sanatıdır.
Aşk; kişiye var olduğunu hissettirmektir. Duygu dengesinin bozulmasıdır. Delilik güdülerini harekete geçirmektir. Delirmektir.
Aşk; iniş çıkışı aynı kat içinde yaşatmaktır iki deli kalbe. Kesinlikle iki kişi arasında yaşanır; duygu alışverişidir. Tek başına bir şey alınmaz; bir şey verilmeden, karşılıklıdır. Aşk karşılıksız sevmektir derler bir de. Olacak iş mi? Karşılıksız sevince aşk nasıl doruklara taşınır, nasıl yaşanır? Hissedemezsen nasıl hissettirirsin ki? Aşkın kilit noktası ve bu olması da tam buradadır işte. Merdivendir aşk.
Aşk; kanı görmeden, aktığını hissetmek ve hissettirmektir. Şiddetin doruk noktasıdır. Bir bakarsınız semalardan toprak parçasını izlemeye çalışırsınız; çılgınlıktır. Hani derler ya aşkın gözü kördür diye; aslında aşk, en iyi gören gözlere sahip tek değerdir; bakmasını bilene. Görebilmektir.
Aşk; ızdırap falan değildir; acı çekmek değildir. İki ayrı kalbin, tek bir yerde ayrı duyguların birleşmesiyle buluşulan yerdir. Aşka acı kelimesini katarsak, aşkı yaşabilir miyiz acaba? Bunun adı acı değil; olsa olsa yoğun bir duygu seli içinde boğulmaktır. Ancak iki yürek, yaşadığı delidolu hislere AŞK der. Tam anlamıyla aşk. Acı yaşanır belki de ama iki ayrı kalpte, iki ayrı duygu içinde ama yine tek bedende; tek taraflı aşkın içinde acı olmaz.
Aşk; dokunabilmektir. Mesafeyi yenebilme sanatıdır. Hissederek dokunabilirsen, aşkı yaşamayı hakkıyla veriyorsun demektir. Tene değil, cana dokunmaktır.
Acı çekmek olmamalı aşk dedim ya; ama iki kişi arasında yaşanan bu çok bilinmeyenli denklem; kimi zamanda yürekteki kan; gözlerdeki yaş olur; duygularının bunlarla birleşimidir.
Tutkudur, heyecandır, sahiplenmedir aşk.
Aşk; aşkı kendi içinde yaşatmayı sever. Sevdiğini beslemektir; hasretle, özlemle, tutkuyla.
Yok edilmeyi sevmez aşk; törpülememek gerekir. Neyse o yaşanmalı bu duyguda. Keskinleştirmek isteyip sivriltilirse, olmaması gereken durumlara yol açılır; aktığı gibi gitmeli bu aşk suları, bu aşk kokan sularda yüzülmeli…
Aşk fazlasını ister hep! Hep hep ama hep… Hep fazla; daha fazla der.
Çiçektir kimi zaman aşk. Koklamaya dalmaktır; sevgiden olacak ki biraz fazla koklanır, içine çekilir. Aşk; çiçeğe zarar verebilme ihtimalidir çok severken…
Ey aşk! O kadar çok anlamın var ki. Sorabileceğimiz kimse yok. En güzel tarafı da bu biliyor musun! Sorgusuz sualsiz kendi tanımın da aşkı yaşamak. Öyle bir karın ağrısı bir sende var, öyle bir bakış, öyle bir yakarış sadece sende. Mesleğine, sevdiğin kadına, adama, dinine, bitkilere, ormana ve sayabileceğimiz birçok şeye duyulan aşk ne büyüktür. Öyle huzur dolar ki içine ve aşktan umduğunu bulamayanın da öyle bir içine dert dolar ki… İşte konu burdadaır, aşk güzeldir ama yaşamasını bilene. Vazgeçmeden, usanmadan sevmek, aşk dediğin her varlığa bilinçli bağlanarak hayatın tadına varmak. Aşk mükemmeliyet olsun, muhteşemlik olsun, yazmak çizmek oynamak olsun. Çocuk olalım, masum yaşayalım, çaresiz kalmadan, aşığım diyelim.
Mevlana da derki : “Bir gün kaldığın yerden başlayacaksın, biri seni bulacak. Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan, biraz ürkeceksin. Ne kadar dirensen de nafile. İnsansın sonuçta, seveceksin. Eski acılara bakıp da küsme sevdalara, gavura kızıp da oruç bozulmaz. Sök at kafandan acaba’ları! Bir kemik aynı yerden iki defa kırılmaz. Bir insan bilmiyorsa ne istediğini, hem seni ziyan eder, hem de kendini. Dibini görmediğin suya dalmadığın gibi, emin olmadığın sevgiye de teslim etme kendini.”
Körü körüne bağlanılan her şey zarar verir, geçmişte yaşanan hiçbir acı gelecekteki hiçbir şeyden çıkarılamaz. Yaşanması gereken her şeyi yaşayacağız.
Aşk, emekçi ve dirençli olabilmektir.
Aşk, bazen gitmekle kalmak arasında verdiğin en büyük savaştır. “Sevmeyenin aklı, gerçekten sevenin kalbi kazanır bu savaşı”.
Aşkın, sevginin olduğu yerde bayağılaşmaya yer yoktur; olmamalıdır da. Aşk kimilerine göre gelmiş geçmiş en büyük yalandır.
Yalan ya da dolan ya da doğru; peki soruyorum size; onsuz olur mu?
SEMA KAHVECİ