Bitcoin Çılgınlığı
Köy kahvelerinde, berberde, takside ve Kanyon AVM’deki telaffuz edilmesi zor isimli restoranların masalarında bugünlerde ortak gündem: Bitcoin ve diğer kripto paralar… Bitcoin’in fiyatı 2017’den 2018’e neredeyse yüzde 1.500 civarında arttı. Ethereum ise 8 dolardan, 1.000 dolara çıktı. Bin 400’e yakın kripto paramız oldu. Bütün dünyada bu konuda bir nevi manik sendrom yaşanıyor. Binance.com sitesine her hafta 250 bin yeni kullanıcı ekleniyormuş. O kadar ki teknik kapasitelerinin üzerine çıktığı için üyelikleri sınırlamışlar. Coinbase uygulaması da iTunes’da, Youtube’dan daha fazla indirilmiş durumda.
Kripto para çılgınlığı
Rakamlara bakılırsa 30 milyona yakın dijital cüzdan hesabı var. Ama bunların çoğundaki bakiye neredeyse yok seviyesinde. Ya da bir kişinin birden fazla cüzdanı var. Yani aslında dünyada sadece yaklaşık 10 milyon kişi gerçek anlamda Bitcoin sahibi. Satoshi’nin çalışmasına göre teknik olarak sadece 21 milyon Bitcoin üretilebilecek ve bunun 16,8 milyonu tedavülde. Bu arada bir söylentiye göre de varolan Bitcoin’in yüzde 40’ı sadece bin kişinin elinde. Yani denebilir ki herkes Bitcoin’i konuşuyor ama çok az kişi Bitcoin’e sahip ve neredeyse kimse Bitcoin’in ne olduğunu bilmiyor. Bitcoin bir para birimi mi emtia mı yoksa hisse senedi mi belli değil. Belki de yeni bir varlık sınıfından bahsediyoruz.
Bu talep karşısında aracılık faaliyetleri neyseki gelişmeye başladı ve erişim biraz daha kolaylaştı. Chicago Mercantile Exchange ve Chicago Board Options Exchange gibi organize vadeli piyasalar, Bitcoin’de dolaylı da olsa pozisyon alma olanağı vermeye başladılar. Her ne kadar yüzde 35 teminatla işlem yapılıyor ve diğer piyasalara göre ilave başka sınırlamalar olsa da, bu bile büyük adım. Goldman Sachs da kurumsal yatırımcılar için bir kripto masası oluşturduğunu açıkladı. Ama hala ilgi çok yüksek ve birşey kaçırıyor muyum paniği çok etkili.
Kripto para talebini, kısa vadede hızlı para kazanma güdüsü domine etse de, değere dönüşme ihtimali olan bir teknolojik altyapıya ortak olma gibi motivasyonuyla alanlar da var. Bunların dışında güvenli bir şekilde servet saklama ve kara para aklama amaçlı da bir talep olduğunu da sanırım söylemek mümkün. Nitekim iktidardaki AK Parti’nin de geçenlerde Bitcoin’i masaya yatırdığı “Kripto para, Bitcoin ve Blockchain” raporundan çıkan birinci sonuç Bitcoin’in “el konamaz bir şey” olduğuydu. Demek ki işin bu tarafı da önemli.
Kripto para çılgınlığı üzerine efsane yatırımcılardan ve otoritelerden de uyarı üzerine uyarı geldi. JP Morgan CEO’su Jamie Dimon bir konferansta bunun 17’nci yüzyıl Lale Balonu’ndan daha kötü biteceği konusunda uyarıda bulundu. Hatta daha ileri giderek “Bitcoin bir dolandırıcılıktır” ifadesini kullandı. Her ne kadar sonradan Dimon böyle bir ifade kullandığı için pişman olduğunu ve Bitcoin’in arkasında önemli bir teknoloji yattığını vurgulasa da, bu daha çok bu işe para yatırmış insanların açabileceği davalardan dolayı zorunlu bir geri adım gibiydi. Vanguard’m kurucusu Jack Bogle da yatırımcılara “Bitcoin’den bir veba gibi uzakta durun” diye uyarı yaptı. Efsane yatırımcı Warren Buffet ise bu maceranın kötü biteceğini ve beş sene vadeli her türlü kripto para put opsiyonlarını alabileceğini söyledi. Yani bir nevi: “Çöküş bekliyorum ve uzun vadede her türlü açığa satarım” demiş oldu.
Bitcoin sadece fiyat hareketleriyle gündeme geldiği için bu eleştirileri anlamak kolay elbette. Gerçekten de herşey 2000 yılının dot.com dönemini hatırlatıyor. Aynı o yıllarda olduğu gibi nerede çer çöp olmuş şirket var, hepsi unvan ve faaliyet alanlarını blok zinciri ile ilintilendi-rerek piyasa değerlerini birkaç katma çıkarıyorlar. Bunun son örneği de Kodak oldu, iflas başvurusu yapmış şirket, fotoğraf hakları üzerinde daha fazla kontrol sağlayacağını idda ettiği Kodakcoin’in ilanının ardından bir günde piyasa değerini ikiye katladı. Durum karşısında CEO’sunun bile şaşkınlığı yüzünden okunuyordu.
Evet Bitcoin çılgınlığı, dot.com günlerine benziyor ama gözden kaçan diğer bir benzerliğe de dikkat etmek lazım. Aynı dot.com döneminde olduğu gibi bu çılgınlık bir değişimin geldiğinin de kanıtı aslında. Kullanıcıların arada bir aracı olmadan, bir ağa bağlanıp şifrelenmiş güvenli işlem yapmasını sağlayan ortak bir veri tabanı sisteminden bahsediyoruz. Blok zinciri sistemleri alışverişlerde ve diğer iktisadi aktivitelerde merkezi üçüncü taraflar olmadan kişilere doğrudan güven unsurunu sağlayan sistemsel bir devrimi ifade ediyor.
Bu sistemler ileride belki ciddi bir değerin parçası olacak. Bu teknolojinin temel yansıması şimdilik sadece kripto paralar etrafında dönüyor ama ciddi bir paradigma değişiminin geldiğini anlamak bizim gibi 1970’lerin Dünya Kupası hafızasında olanlar için bile mümkün.
1990’ların sonunda da İnternet’in gelişimi sayısız dot.com şirketini piyasaya çıkarmıştı. 2000’den sonra bu çılgınlığından geriye çok az şirket kaldı. Ama bugün geriye kalan eBay, Amazon veya Google gibi şirketler ABD ekonomisinin en değerli şirketlerine dönüştüler. 2012’de halka arz edildikten sonra Facebook neredeyse dört katma çıktı. Ama halka arz edildiği zaman ilk yatırımcıları bu fiyattan yüzde 60 bin kazanmışlardı. Uber ilk yatırımcı almaya başladığı zaman 4 milyon dolar değerindeydi. Bugün piyasa değeri 48 milyar dolar.
Yine de siz, siz olun tedbiri elden bırakmayın. Ortada bir balonun bütün emareleri var. Blok zinciri eko-sistemleri henüz yeterince olgun ve denenmiş değiller. Karmaşık ve işletilmesi zor bir yapıdalar. Singapur Bankalar Birliği’nin başını çektiği bir araştırma projesinde, kapalı devre ödeme sistemi için blok zinciri sistemlerinin hala kullanılmaya hazır olmadığı sonucu yayınlandı. Blok zincirlerinden yeni bir paradigma ve iş modeli çıkabilir ama bunu zaman gösterecek. Bunları geliştirenler ve çözenler belki bambaşka ölçeklerle yollarına devam edecekler. Ama belki aralarında bugün çok popüler olanlar da dahil olmak üzere çoğu iyi bir deneme olarak tarih sahnesinde yerini alacak. Kripto paralarda pozisyon alırken bunları gözönüne almakta ve finansal durumunuzu etkileyebilecek ölçüde pozisyon almamakta fayda var.
Christie’s ve Sotheby’sin yüzlerce yıla dayanan rekabeti bilinir. Rekabetleri konusunda da birçok anekdot anlatılır. Christies’in işadamı olmaya çalışan bir grup centilmenden, Sothebys’in ise centilmen olmaya çalışan bir grup işadamından oluştuğu popüler olanlardan biridir. Ama artık kesinleşen birşey var ki sanat dünyası artık centilmenlerin değil, işadamlarının dünyası. Bu yüzden de aralarındaki bu algı farkı da çoktan ortadan kalktı.
Bırakalım müzayede evlerini sanatçıların bile motivasyonu farklılaştı. Andy Warhol: “En müthiş sanat para kazanmaktır” diyerek bu durumu özetliyor. Andy Wharhol, Jeff Koons, Damien Hirst ve Takashi Murakami gibi çağdaş ve modern sanatın yıldız isimleri, ressamdan çok yanlarındaki onlarca işgücüyle birkaç atölyede birden üretim yapan işadamlarına benziyorlar. Jeff Koons’un yanında 64’ü ressam, 44’ü heykeltıraş olmak üzere toplam 128 kişi çalışıyor. Science UK Şirketi’nin patronu olan Damien Hirst’ün de İngiltere’de, ikisi uçak hangarından bozma altı imalathanesinde toplam 120 çalışanı var. Bir taraftan da emlakçilik yapıyor ve net serveti 364 milyon dolar. Murakami ise sahibi olduğu Kaikai Kiki şirketiyle reklamcılıktan, hazır giyime, ev hayvanı ve bitki pazarlamasına kadar tam 18 farklı işi yürütüyor.
Sanatseverler de artık farklı bir motivasyondalar. Deloitte’un 2016 tarihli sanat raporuna göre koleksi-yonerlerin yüzde 22’si sadece koleksiyon motivasyonuyla; yüzde 72’si ise bir yatırım değeri gözeterek alım yapıyor. Bu oran 2012’de yüzde 53 seviyesindeymiş. Hoşumuza gitsin ya da gitmesin sanat artık para ve yatırım demek.
Sanat ve yatırımın yolları kesişince çözümler de gelişiyor bir yandan. Farklı kategorilerde sanat endeksleri üretiliyor. Sanat ürünleri üzerine borsa yatırım fonları, sanat fonları ve sanat vadeli kontratları oluşturuldu. Deloitte’un raporuna göre ultra zenginlerin elinde 1,6 trilyon dolarlık sanat koleksiyonu var. Artık varlık yönetimine bunların da dahil edilip yönetim ve raporlama talep ediyorlar. Bu konuda yol daha uzun ama yine bu rapora göre 2017 beklentilerin aksine sanat varlıkları açısından iyi geçmiş. 2017 ilk altı ay itibarıyla üç büyük müzayede evinin satış rakamları yüzde 18 büyüyerek finansal piyasalardan geri kalmamış.
Türkiye’de ise sanat piyasasının ne durumda olduğu yönünde en detaylı çalışma Forbes Türkiye sayfalarında işleniyor. Ben de bu haberin iyi bir izleyicisi olarak bu senenin sonuçları bekliyorum. Ama genel izlenimim Türkiye’de sanat piyasasının çok istenen yerde olmadığı yönünde. Bir askeri mağlubiyetten sonra Napoleon komutanını yanma çağırarak savaşın neden kaybedildiğini sorar. Komutan: “Mağlubiyetin dört nedeni var. Birincisi; cephanemiz bitti…” derken Napoleon sözünü keser ve “tamam, gerisine gerek yok” der. Türk sanat piyasasının neden istenen yerde olmadığı konusunda da birçok gerekçe söylenebilir. Ama sanat ürünleri üzerindeki yüzde 18 KDV ve yüzde 8 müzayede komisyonuyla birlikte sanat yatırımcılarının işlem maliyetinin yüzde 25 olduğunu hatırlatırsak sanırım bizim de gerisini söylememize gerek kalmaz.
Bülent Topbaş