ALTIN ŞEHİR: TİMBUKTU
Bir Afrika atasözü der ki: “Tuz kuzeyden, altın güneyden, gümüş beyaz adamın ülkesinden gelir; Allah’ın kelâmı ve bilgeliğin hazineleri ise sadece Timbuktu’da bulunur.” Timbuktu bugün Afrika’da Mali sınırları içinde eski bir Müslüman şehridir. XI. asır sonlarına doğru Kuzey Afrika’nın efsanevî halkı Tuareglerin ticaret merkezi olarak kuruldu. Giderek büyüdü. Mühim bir şehir hâline geldi. Avrupalılar yıllarca nerede bile olduğunu bilmedikleri Timbuktu’nun, “Evleri altından bir şehir” olduğu efsanesine inandı. Timbuktu aynı zamanda İslâmiyetin ilim ve kültür merkezlerinden birisi idi.
PROFESYONEL YAYINCILAR
Avrupa’da Timbuktu ile ilk alâkadar olan papadır. Papa, XVI. asırda Afrika’ya gezip gördüklerini rapor etmesi için birini gönderdi. Leo Africanus diye tanınan Hasan bin Muhammed el-Vazzan el-Zeyyatî der ki: “Timbuktu’da hükümdar tarafından cömertçe desteklenen çok sayıda din hocaları, hakîmler, âlimler ve allâmeler var. Ayrıca buraya Kuzey Afrika’dan muhtelif yazma veya basma kitaplar getiriliyor. Bunlar herhangi bir ticari eşyadan daha fazla paraya satılıyor.” 1627’de vefat eden Ahmed Bâbâ’nın ilim adamlarının hayatlarını anlattığı ansiklopedi o zamanki Timbuktu’nun ilmî seviyesini göstermeye yeter. Buranın ilmî bir merkez oluşu, kitap yazma, çoğaltma işinin ve ticaretinin ehemmiyetini arttırdı. Sadece Kuzey Afrika’dan değil, hac için gittikleri Mekke‘den ve dönüş yolunda tahsil gördükleri Kahire‘den kitaplar getirdiler. Kitaplardaki yayınevi amblemleri (colophon), yazma işlerinin gerçekten profesyonelce yapıldığını göstermektedir. Bugün bile kütüphanelerde yüzlerce yıllık nâdide yazma eserler bulunmaktadır. Mahmud Kati’nin kütüphanesinde 600 senelik bir mushaf vardır. Son sayfa Osmanlıcadır ve Şerife Hadice Hanım adına vakfedildiği kaydedilmiştir. UNESCO 1988 senesinde Timbuktu’yu Dünya Mirası Listesine aldı. Yüzbinlerce yazmanın digital ortama aktarılarak koruma altına alınması için Ford Vakfı’nın destekleriyle 2000 yılında Timbuktu Yazmaları projesi başlatıldı.
Dünyada çok az şehir ve yer Timbuktu kadar efsanelerle çevrilmemiştir. Şehir, sahrada ticaret kervanlarının kesiştiği yerdedir. Sahra ticaretinin esas metâı altın idi. Orta Çağ boyunca dünya altın ihtiyacının hemen üçte ikisini Batı Afrika karşılıyordu. Daha sonraları, 17 ve 18. asırda altın Gine‘den geldiğinden, altın para “gine” olarak adlandırıldı. Yüklü miktarda altın kuzeye gönderilir ve Timbuktu piyasasında satılırdı. Altın buradan develerle Sahra‘yı geçerek Fes veya Trablusgarb gibi şehirlere taşınırdı. Bu altının çoğu Avrupa’ya satılırdı. Zaman geçtikçe, altının Timbuktu’dan geldiği bilgisi yaygınlaştı. Bu ise Timbuktu’nun Avrupa’daki imajının şekillenmesinde mühim yer tuttu. Timbuktu’dan geçen altın ticaretinin uzun zaman evvel sonlanmasına rağmen, Timbuktu efsanesi Avrupa’da büyüdü.
Yeni pazarlar, yeni kaynaklar ve yeni ticaret rotaları arayan Avrupalı kâşifler, maksatlarını gerçekleştirmek için dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Afrika onlar için enteresan olduğu kadar mühim kaynaklara da sahipti. Bu kâşiflerden bir kısmı Timbuktu’ya varan ilk Avrupalı olmak arzusundaydı. Ancak çok azı hedeflerine ulaşabildi. Bu da Timbuktu’nun Altın Şehir imajına, “Uzak ve ulaşılmaz bir şehir” imajını da ekledi. İngilizce’deki “To Timbuktu and back”, “It’s a long way to Timbuktu”, “I’ll knock you clear to Timbuktu”, “Go to Timbuktu” gibi tabirler bunun ifadesidir. Avrupa’nın Timbuktu’ya karşı olan tutkusu şiirlere de yansımıştır. İngiltere’de saray şairi (Poet Laureate) olan Alfred Tennyson (1809-1892) 18 yaşındayken “Timbuctoo” şiiriyle Cambridge Üniversitesi’nin verdiği “Chancellor’s Gold Medal”ı kazandı. Bu şiiri yermek amacıyla İngiliz roman yazarı William Makepeace Thackeray (1811-1863) Timbuctoo isimli bir başka şiir kaleme almıştır.
ARTIK ESKİ IŞILTISI YOK
Dünyanın hiçbir bölgesinde altın ve gümüş Afrika’daki kadar bol değildi. Altın ve gümüşe karşı aşırı ve tatminsiz arzularına rağmen ne eski ve ne de modern çağ Avrupalıları kendilerine Amerika ve Doğu Hindistan‘dan daha yakın olan ve arzu ettikleri nesnelerin bolca bulunduğu bu ülkeye esaslı bir şekilde yerleşemedi. Yine de Avrupa’nın Afrika macerası çok eskilere dayanıyor. Ancak 18. asırdan sonra bu macera sistemli bir keşif faaliyetine dönüştü. 1788 senesinde Londra’da Afrika İçlerinin Keşfini Destekleme Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin gayesi Timbuktu’yu bulmaktı. O zaman Afrika sahillerinin ve Mısır’ın ötesinin haritası neredeyse yoktu. Bu zamana kadar Avrupalılar kıtaya talan ve köle temini maksadıyla uğramışlardı. Cemiyet, gayesini “Bilim ve insanlığı ilerletmek, esrarengiz coğrafyayı keşfetmek, kaynakları araştırmak ve talihsiz kıt’anın şartlarını iyileştirmek” olarak gösteriyordu. Olabildiğince kıtanın içine girmek, alâka çekici mevzularda bilgi toplamak maksadıyla tecrübeli seyyahlar çalıştırıldı. Bu sayede hem bilginin sınırlarını genişlettiler, hem de sağlam bir şöhret kazandılar. Ancak cemiyetin varlığı devam etmedi. Araştırmaya mevzu olan bölgeler giderek Fransız sömürgesi hâline geldi ve 1960 yıllarına kadar böyle kaldı.
Timbuktu, bugün her ne kadar tedrisata devam edilse de, eski günlerdeki ışıltısından çok uzak, evlerin mahzenlerinde binlerce yazma eserin bulunduğu, fakir bir şehirdir. Nedense Türkler Afrika tarihine pek alâka duymaz. Halbuki bu kıtanın bir kısmı yakın zamana kadar Osmanlı ülkesine dâhildi. BBC Timbuktu’ya gelip dokümanter film hazırlıyor; muhabiri evlerdeki kütüphanelerde yazma astronomi ve matematik kitapları görünce çok şaşırıyor. Bizde Timbuktu’nun adını duyan acaba kaç kişi var?
Ekrem Buğra Ekinci