Kadim bir sınavın çağdaş adı: Tüketim kültürü
Tüketimin baş döndürücü hızı, eski olanın yeniye taşınmasına, kadim olanın sürdürülmesine olanak tanımıyor. Bunun anlamı; geleneğin, örfün, toplumsal değerlerin bir önceki kuşaktan bir sonrakine aktarılamaması. Toplumsal kopuşlar bireyleri kaçınılmaz olarak boşluğa düşürüyor. Sosyalleştiği zeminin kadim bağı ile ilişiği koparılan bireyler, sürekli yeni uyaranlar, yeni mesajlarla karşılaşıyorlar. Yabancı oldukları bir dünyanın kültürel muhtevasına maruz kalıyorlar. Her şeyin çok kolay ve hızlı bir şekilde tüketildiği bu yüzergezer kültürel zeminde, kalıcı olana yer yok. Anı yaşamanın telaşı, geçmiş ve gelecek kaygısından koparılmışlık, sürekli farklıyı arama, popüler eğilimler, trend yönelimler, moda düşünceler gibi içeriği çok çabuk başkalaşan akımlar, tüketim kültürünü besleyen sözde felsefî yapılar…
Tüketim kültürü, sadece sahip olunan ürünler üzerinde değil, sosyal ilişkilerde de geçerli. Tüketim kültüründe kalıcı dostluklar yerine, iş arkadaşlıkları ya da konulu ve süreli arkadaşlıklar kuruluyor. Uzun soluklu birlikteliklerin imkânsızlaşması, evlilik kurumunu da zedeliyor. Tüketim kültüründe hevesler, tercihler çok çabuk değiştiğinden, bir zaman sonra çiftler birbirlerinden vazgeçmekte bir sakınca göremez hâle geliyorlar. Tüketim kültürü bireylerden; oturmuş, kalıcı bir karakter yapısı yerine, sürekli başkalaşmaya açık, eğilimleri hızla değişen bir kimlik profili istiyor.
Vazgeçmek, tüketim kültürünün oluşturduğu bilincin en önemli karakteri. Vazgeçmek eylemi, bir yandan bireyleri yaptıkları tercihlerde özgüven yitimine sürüklerken, diğer yandan da tüketimi güvence altına alıyor. Tüketim kültürü içinde akıntıya kapılmadan yaşamanın yolu, yaşam tarzını başka ilkeler ve değişkenler etrafında kurmaktan geçiyor. İlk ilke, ihtiyacından fazlasını istememek. İkinci ilke ise, ihtiyaçların sınırsız olmadığı, sınırsız olanın istekler olduğu. Çünkü ihtiyaç her zaman sınırlı ve sonlu.
Eskiler muhafaza eder, korurlardı. Bu, doğa karşısında sergiledikleri tavırda olduğu gibi, sahip oldukları eşyalar için de geçerliydi. Kendilerinin dışındakilere bir emanet duygusu ile yaklaşır, ihtiyaçları kadar kullanırlardı. Eskilerin dünyasında zanaatkârlar, ürünü sadece yapmaz aynı zamanda tamir de ederek ürünlerin uzun süre kullanımına olanak sağlarlardı. Bugün ise ‘eskiyi getir yeniyi götür’ kampanyalarıyla muhafaza etmeye ve korumaya dayalı bu kültür de kayboldu. Kanaate, muhafaza etmeye, emanete dayalı bu kültürün; harcamaya, aşırılığa, sahip olmaya dayalı kültürlere olan mesafesi açık ve nettir. Tüketim, bir taraftan ‘ben kimim?’ sorusunun cevabını oluşturacak kadar merkezi bir yere oturduğu için imtihanımızı zorlaştırıyor. Diğer taraftan Türkiye’de laikler-dindarlar şeklindeki karşıtlık, sınıfsal ve kimlikçi bir anlayışa yaslanıyor. Bunun sonucunda, dindarların kendilerine dayatılan aşağı statülerden kurtulmak adına tüketim kültürüne teslim olmalarına kapı aralanıyor. Aşağıdaki iki alıntı meseleyi açmak için faydalı olacak:
“Günümüzde insanlar satın aldıkları nesneleri sadece kullanım değeri için almıyorlar. Yani bir otomobil, sizi sadece bir yerden başka bir yere götüren bir ulaşım aracı değil. Bir cep telefonu da, sadece iletişimi sağlayan bir alet değil. Pek çok kişi bu araçlara, başka bazı değerler atfediyor. İşte tüketim toplumunu diğer toplumlardan ayıran temel özelliklerinden biri bu. Mallar, doğal kullanım değerleri nedeniyle değil, onlara atfedilen birtakım başka değerler nedeniyle kıymet arz ediyor. Ve esasında tüketilen şeyler, mallar değil, onların işaret ettiği göstergelerdir. Bulaşık makinesi, cep telefonu, otomobil gibi sıradan tüketim mallarına ‘romantik bir sevda, arzu, güzellik’, ‘özgürlük’, ‘bilimsel ilerleme’ve ‘iyi hayat’gibi imgeler iliştirildiği için, mallar sıradan mallar olmaktan çıkıyor. İşte, bu imgelerle silahlanan tüketim kültürünün yeni kahramanları, hayat tarzını bir hayat projesi haline getiriyorlar?”
“Her kültürün, her medeniyetin kendine has bir kıyafeti, kendine has mutfağı vardır. İslâm’ın da özel bir mutfağı, yemek kültürü ve âdâbı vardır. Müslüman kalmanın şartları arasında, İslâm kıyafetinin muhâfazası gibi, mutfağının da korunması icap eder. Kâmil manada Müslüman olmak için, İslâm mutfağından yemek şarttır. Başka bir ifade ile gayr-ı müslim mutfaktan beslenerek Müslüman kalmak zordur, kendi kendisini aldatmaktır. İslâm mutfağında haram yiyecekler ve haramla elde edilmiş gıdalara yer yoktur. İslâm mutfağında sözgelimi; şarap, domuz, leş, yırtıcı hayvan eti, besmelesiz kesilmiş hayvan eti, böcek, haşerat yoktur. İslâm, kendine has bir medeniyettir. Kuran ve hadis, bu kültürel müesseseye geniş yer verir. Sadece haram helâl konuları değil, en küçük âdâbına kadar her şeyini ele alır. Kendi hükmünü eksiksiz verir, bir başka kültürden taklit ve iktibasa yer bırakmaz. Müslüman’a, yeme içme ile ilgili hükümleri, sünnet ve edepleri öğrenip tatbik etmek düşer’’.