Katkısız Ürünler Dükkanı Açmak
Katkısız ürünler dükkanı açmak ilgi çekici iş fikri olmaya başladı. Gıdada ihtisas marketçiliği katkısız ürünlere kayıyor. Dünyada ilginç örnekleri var. Doğal ürün marketleri” Japonya ve ABD’de hızla yayılıyor!
İçeriğe Ait Başlıklar
“Katkısız ürünler dükkânı!..”
FANTASTİK bir düşünce değil. Yarınları okumakla ilgili ticari bir inovasyon. Şimdilik orta halli ve zengin kesimlerin yaşadığı semtlerde yapılabilecek sıradışı bir iş. Zamanla her yere yayılacağı kesin. Küçük çaplı girişimin dünyadaki ilk örnekleri hemen dikkat çekiyor. Şimdilik bizde ‘dükkân’ tanımını kullanmak yeterli…
Meraklı girişimcilerimiz bu projeyi süpermarkete hatta toptancı mağazalarına dönüştürebilir. Üstelik ileride büyük zincirlerin kanatları altında özgün bir ‘köşe’ yaratma imkânı da var.
Neden katkısız ürünler dükkânı? Bir kere ‘katkısız’ lafı gıda maddeleri söz konusu olduğunda hemen dikkat çekiyor. Sonra ‘kozmetik’, ‘tezgâh üstü ilaçlar’, ‘temizlik maddeleri’ hatta ‘tekstil’ bile akla geliyor. Kısacası, klasik bir süpermarketin içinde bulunan çoğu ürün için geçerli bir girişim projesi bu.
Şöyle etiketlere bir bakın! Günümüzde proses edilmiş gıda ürünlerinin bir bölümünde yok yok. Raf ürünlerinde her çeşide rastlamak mümkün: ‘Renklendiriciler’, ‘koruyucular’, ‘kıvam vericiler’, ‘suni tat katkıları’, ‘lezzet arttırıcılar’, ‘aroma yükselticiler’, ‘anti mikrobikler’, ‘hacim sağlayıcılar’, ‘küf önleyiciler’, ‘emülsiyonlaştırıcılar’, ‘asit düzenleyiciler’, ‘stabilizatörler’,
‘topaklanma önleyiciler’, ‘parlatıcılar’, ‘ağartıcılar’, ‘nemlendiriciler’, ‘jelleştiriciler’, ‘tatlandırıcılar’, ‘sıklaştırıcılar’, ‘köpük önleyiciler’, ‘kayganlaştırdılar…’
Onlarca ve onlarca çeşit katkı maddesi…
Kimi kimyasal nitelikte, kimi de doğala özdeş formlarda. Çoğu gıda katkı maddesi,doğal olsun, yapay olsun ülke kodekslerine uygun. Bazı ülkeler erken uyanıp bir bölümünü yasaklamış, kimi ülkeler de bir başkasını referans gösterip kullanmaya devam ediyor. Kısacası, katkı maddeleri üreticinin değil, toplum sağlığını düşünmek zorunda olan hükümetlerin sorunu.
YARARLI OLANI DA VAR AMA…
Uygulamada kolaylık için olsa gerek, birçok kimyasal katkı maddesi ürünlerin içine ‘E’ standardına göre giriyor. Çoğu insana itici gelen ‘kimyasal’ algısını yumuşatmak için örneğin ‘mono sodyum glutamat’ değil de ‘E621’ gibi ifadeler kullanılıyor. Tabii açıkça yazılanlar da var.
Sıradan bir gıda maddesinde bile sokaktaki vatandaşın ne işe yaradığını bilmediği bir kimyasala rastlamak mümkün. Katkılar genellikle ‘mikro’ boyutta yazılıyor. Bildiğimiz sıradan unlu mamuller dahi kimi zaman şaşırtabiliyor insanı. Çok hassas davrandığını bildiğim belediyelerin ambalajlanmış ekmeklerindeki içerik bile son 30 yılda ekmeğin nasıl değişip çeşitlendiğini gösteriyor.
Peki, katkıların hangisi yararlı, hangisi zararlı? Soru yalnız temel gıdalar için değil, ambalajlı, ambalajsız tüm gıda maddeleri için geçerli. Son birkaç yıldır ülkemiz bilim insanları kanser gibi habis olanların yanı sıra, bazı süreğen hastalıkları tetikleyen unsurların başında -az da olsa- katkı maddelerinin geldiğini söylüyor.
Cerrahpaşa Hastanesi hocalarından Prof. Dr. Ahmet Aydın bu bilim insanlarından biri. Yalnız gıda katkı maddeleri için değil, proses aşamalarında yapılan uygulamaların yanlışlığından da söz ediyor. Örneğin, ucuz protein kaynağı olarak bilinen ‘soya’nın fermente edilmemiş formlarına şiddetle karşı çıkıyor.
Fermente edilmeyen soya sindirim sisteminde arızalar çıkarıyor, D vitamini eksikliği, osteoporoz, alerji, bağışıklık yetersizliği, tiroit hastalıkları, kısırlık, kanser ve kalp kası hastalığına neden olabiliyor.
Fermente edilmemiş soya ürünlerinin kullanıldığı ürünlerin başında ise değerli hocanın ifadesiyle ‘taklit et ürünleri’ geliyor. Şimdi artık bunlar denetim altına alınmış durumda.
FARKIN DALIK ÇOK ÖNEMLİ
Hükümetimiz bu konuda gerekli önlemleri alıyor mu? Evet alıyor!.. Epey de mesafe kat edildi. 2012 yılı başından itibaren 5996 sayılı ‘Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliği’ylc katkı maddeleri kullanımına yeni bir disiplin getirildi.
Sorun Türkiye’ye özgü değil aslında.
Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde halen geçerli birçok izin var. Yukarıda bahsedilen ‘E’ tanımı da ‘Avrupa Parlamentosu ve Konsey Tüzüğü’nün iznini ifade eden standart bir kodlama.
Kod sisteminin içinde bile hala az da olsa zararlı olanların bulunduğu iddia ediliyor. Mesela ‘E211’ olarak kodlanan ‘sodyum benzoat’ daha düne kadar öksürük şuruplarının formülüne giren basit bir ‘ekspektoran’ (balgam söktürücü) idi. Sonra, gıda koruyucusu olarak sıkça kullanılmaya başladı. Şimdi ‘sodyum benzoat’ın ‘hiperaktivite sendromu’nu
tetikleyip tetiklemediği tartışılıyor. Malum, son yılların tırmanan hastalıklarından biri de ‘hiperaktivite’ ve özellikle çocukları etkiliyor. Şimdi bu madde için de sınırlama var.
ANADOLU’NUN POTANSİYELİ VAR
Peki, iyisi ya da kötüsüyle katkı maddesi içermeyen gıda ürünleri imal edilebilir mi? Aslına bakarsanız gıda ürünleri temelde zaten katkısız olmak zorunda. Çok değil, bundan 30 yıl önce market rafları bu kadar cicili bicili ambalajların işgaline uğramadığı dönemlerde gıdaların çoğunda katkı maddesi yok gibiydi. Daha da geriye giderseniz katkı maddesi diye bir şey bilinmezdi. İşte bunun için katkısız gıda ürünlerine bir özlem var şimdi.
İlk örnekler dünyada ‘organik’ tanımıyla piyasaya çıktı. Tarımsal anlamda doğal yetiştiriciliği ifade eden bu kavram haliyle epey sınırlı kaldı. Elbette bu yöntem çoğu katkı maddesinin kullanılmasını önledi, fakat doğrudan katkı maddesi kullanılmadan yapılacak imalatların da devreye alınması gerekiyordu. Belki ürünlerin raf ömrü iyice kısalacaktı, ama suni lezzetler de aslına dönmüş olacaktı.
Bu sayfalarda girişimciliğe dair önerilerde bulunduğumuz düşünülürse, başlıkta kullandığımız ifade eninde sonunda hayata geçecek gibi görünüyor. Dünyada örnekleri var. Projenin kurgulanması zor değil. Kirlilikten nasibini almamış hijyenik ortamlarda çeşitli gıda ürünleri satışa sunulabilecek.
Umuyorum ki, bu yeni dalga gıda zincirlerini de etkileyecek. Hatta Anadolu gibi nispeten temiz kalmış topraklarda organize olmanın rüzgârıyla sistem dışarıya bile taşınabilecek.
Uzmanlar bazı katkıların zararlı olduğu konusunda ısrarlılar. En başta da tıp mensupları. Burada onların görüşlerini aktarmak yer darlığı açısından olanaksız. Şöyle diyor çoğu tıp uzmanı: Doğallıktan uzak kimyasal maddelerin bir bölümünde soru işaretleri var. En basitinden bir örnek vermek gerekir ise yapay tat arttırıcılar bunların en masum gruplarından. Artık neredeyse ‘çaya çorbaya limon’ misali piyasa aşçısının bile kullandığı ‘MSG’ yani ‘mono sodyum glutamat’ işte bu grubun üyelerinden. Katıldığı her şeyin lezzetini birkaç kat arttırıyor, olağanüstü tat veriyor.
Uzmanlar şöyle diyor bu madde için: ‘Az da olsa duyarlı insanlarda santral sinir sistemini baskılaması, senil demans (bunama), parkinson, huntington koresi, gözlerde retina hasarı, epilepsi (sara) nöbetleri, obezite, büyüme hormonlarında değişiklik, pankreasta patolojik reaksiyonlar, diyabet, karaciğer ve böbrekte fonksiyon bozuklukları, müzmin baş ağrıları, kalp ritminde bozulmalara neden olabilir!1 Peki, ihtiyatla karşılanması gereken diğer gıda katkıları neler? Bunların sayısı epey fazla. Elektronik ortamda ciddi literatür özetleri var. Yapılan yorumlar da cabası. Bilimsel açıdan ikna olmak isteyenlere Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın defalarca baskı yapan ‘Taş Devri Diyeti’ kitabını tavsiye edebilirim. Sadece bu kitap bile ‘Katkısız Ürünler Dükkânı’ için girişimde bulunmayı adeta gerekli kılıyor.
Nur Demirok / Para