Bir Kadın Tanıdım Her Şey Değişti
Şirin Mine Kılıç; 2008 Pekin Olimpiyatlarında Usain Bolt fırtınası esmişti. Bolt’un esintisi Pekin’den İstanbul’a kadar geldi ve ben birdenbire koşmaya başladım. Plansız, programsız, bilinçsiz, şuursuz bir şekilde koşuyordum.
Sabahları 5.45’te uyanıyordum, 6.00’da yollara düşüyordum. İlk hafta 9 tırnağımı birden kaybettim, ayaklarım pek çok yerinden su topladı. Yine de ayaklarım kan revan içinde koşuyordum. 39 numara ayağıma 41.5 numara ayakkabı aldım, devam ettim.
2008 Ekim ayında Avrasya Maratonunda 15 km’lik yarışa katıldım. O yılın en şiddetli yağmuru altında, ekim ayı için oldukça soğuk bir havada, yüzlerce insan koşturduk. Bir hedef belirlemek ve o hedef için tüm enerjini ortaya koymak heyecan vericiydi.
15 km’nin ardından bana yeni bir hedef lazımdı. Daha büyük bir hedef: Maraton koşmak! Yani 42 km 195 m. Yalnızca iki aylık koşu geçmişimle “Bundan sonraki hedefim maraton olmalı” dedim. Yalnızca mesafe değil, zaman sınırı da koydum: 4 saatin altına inmek. Yani saatte ortalama 10.5 km koşmam gerekiyordu. İnternetten araştırmalar, yazışmalar yaptım, kendime bir maraton hocası (Aytaç Özbakır) buldum, ondan idman programları aldım ve yeni hedefime doğru ilerlemeye başladım.
Burada duruyoruz. Çünkü benim hayatımı değiştiren en önemli olay koşuya başlamam olmadı. Ben bir kadınla tanıştım, “olağanüstü” sıfatını hak eden çok ilginç bir kadınla…
Koşmaya başladığım sırada insan kaynakları ile ilgili bir dergide çalışıyordum. Bu dergi için “bir yandan koşan bir yandan da kariyer yapan” insanlarla ilgili haber yapmak istedik. İnternetten araştırma yaparken önüme bir isim çıktı: Bakiye Duran.
Bakiye bir maratoncu değildi, onun çok daha fazlasıydı, “ultra maratoncuydu”. Yani en az 50 km’lik koşular yapıyordu. 50, 100 km’lik 24 saatlik, 48 saatlik koşulara katılıyordu. O tarihe kadar “ultra maraton” diye bir şey duymamıştım. Bu 1.60 cm boyundaki küçücük kadın, yıllardır dünyanın dört bir yanında ultra maratonlara katılıyordu. “Normal” bir insanın (ne demekse) aklının, mantığının, duygularının ve her türlü kapasitesinin alamayacağı mesafeleri bir çırpıda koşuyordu. Bakiye, dünya çapında başarılara imza atmış, madalyalar kazanmıştı ama gazetelerde ancak küçük haberlere konu olmuştu. Atletizm meraklıları dışında kimse onu tanımıyordu.
Ataları Tataristan, Kazan’dan göç etmiş bir ailenin kızıydı Bakiye. Samsun’un Havza ilçesinin Hilmiye köyünden… Köyünün okuyan ilk kızıydı. Sekiz kardeşlerdi ama o çok farklıydı, en çalışkandı, en hırslıydı, en meraklı olandı. Kahramanmaraş’ta öğretmen okulunda okudu, kimya öğretmeni oldu. Mardin’de çalışmaya başladı, öğrencilerine spor aşkını aşıladı. Öğrenciyken de öğretmenken de hep spor yaptı.
Lise yıllarıydı, Bakiye ve ailesi yaz tatilinde tarladaki işlerini bitirmiş, öğlen evde yemek yiyorlardı. Bir yandan da televizyon izliyorlardı. Annesi televizyonda jimnastik yapan sporcuları görünce “Siz neden böyle yapamıyorsunuz?” diye sordu çocuklarına. Bakiye annesine “Anne onlar böyle olmak için yıllarca çalışıyor, herkes onları destekliyor, biz bunları yapamayız” dedi. Annesi kaşlarını çatarak Bakiye’ye döndü: “Bir işi bir kişi yapabiliyorsa herkes yapabilir.” Evet, yapabilirdi, çok daha iyisini yapabilirdi ve Bakiye yaptı. Babası ona “Eğer bir işi yapıyorsan o işe damganı vurmalısın” demişti. Bunu da yaptı Bakiye.
30 yaşında öğretmenlik yapmaya geldiği İstanbul’da Avrasya Maratonuna katıldı. Hayatında ilk kez 42 km 195 metre koştu ve Türk kadınlarda birinci oldu. Kulüpler peşine düştü. O tarihten sonra hem öğretmenlik yaptı hem de yarıştı. Kimse ona destek olmadı, ne yaptığını anlayamadı. Yarışlarını ailesinden ve çevresinden sakladı, İstanbul’da yalnız başına ayakta durmaya çalıştı. Yoksulluğu, koşulardan kazandığı küçük paralarla aştı.
Tesadüfen tanıştığı ultra maraton yarışlarına gözü kapalı katıldı. Artık önünde yurtdışı yarışları vardı. Çünkü dünyanın onlarca ülkesinde binlerce insanın katıldığı ultra maraton yarışları Türkiye’de yoktu. Daha ilk yarışında Avrupa üçüncüsü oldu. Artık her yerden ona davet yağıyordu. İtalya, İsviçre, Çek Cumhuriyeti, Tayvan’da koştu. Hep ilk sıralardaydı, yurtiçinde onu kimse tanımasa da yurtdışında hatırı sayılır bir ünü vardı artık. Bu ünü hem başarılarına hem de tüm yarışlara “tek başına” katılmasına borçluydu.
Onun dışındaki sporcular masörleri, doktorları, hemşireleri, antrenörleri, asistanlarından oluşan kalabalık ekiplerle kilometreleri aşarken o hep tek başınaydı. Bayrak töreninde de tekti, kilometreleri aşarken de… Uluslararası Ultra Maraton Birliği’nin Başkanı ona bu yüzden “Ultra Maratonun Yalnız ve Cesur Kızı” adını taktı. Finişlerde çoğu zaman yurtdışındaki Türkler gözyaşlarıyla karşıladılar onu, bağırlarına bastılar, tezahürat yaptılar. Bazı yarışlarına sponsor oldular, onu evlerinde ağırladılar.
Bakiye’nin şaşırtıcı performansı çoğu zaman şu soruyu herkesin aklına getirdi: Nasıl olabilir?
Bazen yurtdışında koştuğu 100 km’lik bir yarışın ardından Türkiye’ye gelip birkaç gün sonra maraton koşuyordu, hemen ardından da 10 bin 15 binlik koşulara katılıyordu. Oysa herkes ona “Yılda en çok iki maraton koşulur” diyordu. Ancak Bakiye ne duruyordu ne de tükeniyordu…
İşte ben bu “olağanüstü” kadınla tanıştım bir gün. Benim için başarının tanımı da değişti anlamı da… Küçücük bir bedenden nasıl olup da bu kadar enerji çıkabildiğine şahit oldum. Ona yapıştım, birlikte koşabilmek için her şeyi yaptım. Bakiye ile hayattaki tüm birikimini yatırarak aldığıÇekmeköy’deki kooperatif evinde buluşuyoruz bazen. Şortlarımızı çekip Çekmeköy dağlarına koşmaya gidiyoruz. Saatlerce koşuyoruz ve bittiğinde kendimizi yorgun değil sadece mutlu hissediyoruz.
2009 Avrasya ve 2010 Antalya Maratonlarını birlikte koştuk, bana koçluk yaptı. Sayesinde iki maraton bitirdim ve “kendi çapımda” iyi dereceler yaptım.
Bakiye hala koşuyor, bir yandan da şirketlere, gençlere, derneklere konuşmalar yapıyor. Her konuşması dakikalarca alkışlanıyor, her konuşma sonrasında çevresi sarılıyor. Ve son olarak hayatını yazdı. Kitabının adı “Cesaret Yalnızdır” (Optimist Yayınları). Kitap, son iki yıldır Bakiye’ye büyük destek veren Siemens’in katkılarıyla yayınlandı. Kitabı okuduğunuzda “Nasıl olabilir?” sorusunun yanıtını büyük ihtimalle bulamayacaksınız ama kim bilir belki sizin de benim gibi hayatınız birden bire değişiverir.
Monster Yazarı Şirin Mine Kılıç