Yeni Bir Şehirde Üniversite Hayatına Başlamak
Üniversiteyi kazanan öğrencileri yeni bir hayat bekliyor. Farklı şehirde üniversite kazananlar için ise bambaşka bir süreç başlıyor. Yeni bir çevre, yeni bir yaşam, yeni arkadaşlar… Yıllarca aile yanında kalanlar için, fatura, kira ödenmeyen, yemeğin önlerine hazır geldiği, hesap kitap yapmadıkları, çamaşır bulaşık yıkamadıkları dönem bitti. Şimdi kendi ayakları üzerinde durma zamanı. Hem büyük şehirden küçük şehre hem de küçük şehirden büyük şehirlere gelen öğrencileri birçok zorluk bekliyor. Bir yandan okulla uğraşırken diğer yandan yeni şehre adapte olacak, farklı bir kültürü öğrenecek ve öğrenci hayatına alışmaya çalışacaklar.
Üniversite sınav sonuçları açıklandı. Bazı öğrenciler şu an bulundukları şehirde bir okul kazanırken bazıları da önümüzdeki haftalarda yeni bir şehirde (yeni) hayatlarına başlayacaklar. Belki İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük bir şehirden küçük bir şehre gidecekler ya da tam tersi küçük bir şehirden büyük, kalabalık bir şehre gidecekler. İki durumda da yeni ve çok farklı bir hayat onları bekliyor.
Bugüne kadar ailesiyle yaşayan, pek sorumluluk almamış, bütçe hesabı yapmasına gerek kalmamış bu öğrenciler şimdi kendi ayakları üzerinde durmaya çalışacak. Birçok aile tedirginlik yaşasa da çocuklarını başka şehirlere okumaya göndermeyi göze alıyor. Şehir değiştiren öğrencilerin bir kısmı üniversiteyi aile yanında okumak istemediği için böyle bir tercih yapıyor. Bunun dışında büyük şehirlerdeki imkanların fazlalığı da önemli bir etken. Öğrencilerin şehir seçimi konusundaki kriterleri arasında arkadaşları ve sevgilileri bulunuyor. Önceki yıllarda o şehre giden bir arkadaş veya sevgili varsa öncelikli olarak bu şehirleri tercih ediyorlar.
Televizyonda gördüklerini istiyorlar
Kariyer ve iletişim eğitmeni Nur Erdem Özeren, üniversite ve şehir seçiminde, aileyle ilişkilerin bozulması nedeniyle gencin ailenin yanından kaçmak istemesi şeklinde olduğunu söylüyor.
Küçük şehirde yaşayan gençler için, televizyonda gördükleri büyükşehir hayatı çok çekici geliyor. İstanbul, Ankara, İzmir öncelikli tercihler. Fakat öğrenci şehri olarak da bilinen Eskişehir ve Bursa da çok tercih ediliyor. Özeren: “Büyük şehri niye istiyorsunuz diye gençlere sorsanız, sosyal hayatı derler. Ancak büyük şehre gelince de, ne sinemaya ne tiyatroya giderler. Onların sosyal hayattan kastı, kafe ve bar. Özellikle küçük şehirlerde yaşayan öğrenciler, büyük şehirlerdekiler kadar özgür ortamlarda yetişmiyor.” Kimsenin birbirini tanımadığı ve yaptıklarının birileri tarafından konuşulmadığı bir yaşam onlar için özgürlük demek. Ama özgürlüğün harçlık bitince aileyi aradıkları anda bittiğinin farkında değiller.
Küçük şehirlerden büyük şehirlere gitme konusunda büyük istek varken büyük şehirden küçük şehirlere eskisi kadar geçiş olmuyor. Bunun en büyük nedeni özel üniversiteler. Büyük şehirlerdeki vakıf üniversitelerinin yüzde 25-50 gibi burs imkanları sunması küçük şehirlere gidişi engelliyor. Aileler, oradaki yurda, yeme-içmeye para ödeyeceklerine (ve çocuklarını başka bir şehre göndereceklerine) kendi şehirlerindeki özel bir üniversiteye para vermeyi tercih ediyor.
Aileler tedirgin
Aileler çocukları özellikle büyük şehre gidiyorsa tedirginlik yaşıyor. Televizyonda gördükleri o yaşamlar çoğu zaman aileler için çekici değil korkutucu. Ancak onlar da çocuklarının okuyup meslek sahibi olması uğruna bu tedirginliğe rağmen çocuklarını gönderiyorlar. Bir başka tedirginlik sebebi de, ailelerin özellikle lise son sınıfta kopan iletişimleri. Neredeyse her gün birbirlerini yanlış anlayarak kavga eden genç ve ailenin arasındaki mesafe her geçen gün artmış oluyor ve bu iletişimsizlik halinde çocuklarının farklı bir şehirde yaşamaya başlaması onlar için kontrolü daha da zorlaşmış bir durum haline dönüyor. Yeni nesil korumacı aileler için, el bebek gül bebek, her anında her sıkıntısında yanında oldukları çocuklarını kendi kanatlarıyla uçması için bırakmak zorunda olmak ve aslında artık büyüdüğü gerçeği ile yüzleşmek zor geliyor.
Tavsiyeler
– Üniversitenin sosyal imkanlarından faydalanın.
– Sizden önce gelenlerden, üst sınıflardan, o şehirdeki tanıdıklarınızdan bilgi alın, yardım isteyin.
– Gittiğiniz şehri, sokakları tanımaya çalışın.
– Okullar açıldığında mümkün olduğu kadar çok etkinliğe gidin, çevrenizi genişletin.
– Üniversitenin sosyal kulüplerine katılın.
– Önce şehir ve üniversiteleri değil, yapacağınız mesleği, bölümü seçin. Hedefiniz uğruna gerekirse Türkiye’nin en uzak köşesine kadar gidin.
– Gittiğiniz şehrin tüm sosyal imkanlarından yararlanın. Mümkünse eğitimini aldığınız alanda yarı zamanlı gerekirse hiç para almadan çalışın.
– Büyük şehirden gidiyorsanız büyük şehirden tamamen kopmayın. Mümkünse büyük şehrin imkanlarını küçük şehre taşımaya çalışın, örneğin oradaki bağlantılı olduğunuz kişileri konferanslara davet edin.
– Küçük şehrin, okuyacağınız bölümle ilgili gelişmiş olmasına dikkat edin. Örneğin Kayseri, Gaziantep, Kocaeli gibi sanayisi gelişmiş büyük şehirlerle, Karabük, Tekirdağ gibi şehirlerin mühendislik fakültelerini tercih edebilirsiniz.
– Büyük şehre gidecekseniz, şehrin yaşam koşulları ve maliyet analizini çok iyi yapın. Ailelerin ailece bir ayda harcadıkları para, büyük şehirde öğrencinin tek başına iki haftalık maliyeti olabiliyor.
-Gençler için büyük şehir, çalışma imkanlarının da daha fazla olması demek, yani kendilerini okurken çalışmaya hazırlasınlar.
BAŞKA ŞEHİRLERE ÜNİVERSİTE EĞİTİMİ ALMAYA GİDEN ÖĞRENCİLER ANLATIYOR
Herkes tiyatroya giderken ben sadece Ankaralı Namık’ı biliyordum
Bilal Refref (19) İstanbul Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği öğrencisi. Niğde’den gelmiş İstanbul’a. Niğde’de yaşamı genelde tarlada geçermiş. Şu an Tahtakale’de yaşıyor. Semtle ilgili bir adaptasyon sorunu yaşamamış çünkü geldiği yerden bir farkı yokmuş. Fakat sosyal hayatta zorluk çeken Refref yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “İnsanlar filmlerden, kitaplardan, tiyatrodan söz ediyorlardı ama benim yaşadığım yerde en fazla düğünlerde Ankaralı Namık çalıyordu. İlk sene okula gitmedim kendimi belirli bir seviyeye ulaştırmam gerektiğine inandım. Yıl boyunca 100 kitap okudum, 400 film ve onlarca oyun izledim. Benim büyüdüğüm yerlerde insana değer verirlerdi. Fakat şehirde böyle değil. Yaşadığım yer varoş, okulum Avcılar merkezde ve insanların bakış açıları çok farklı. Mahallede kitap okuduğumu söyleyince dalga geçenler oluyor.” Refref en çok maddi açıdan zorlanmış ve İstanbul’a geldiği günden beri çalışmak zorunda kalmış. Tekstilden kasiyerliğe onlarca işte çalışmış. Kafasında maddi anlamda kaygı varmış sürekli.
Esnaf öğrenciyi kazıklamaya çalışır
Betül Kaplan (22) Konya’da Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde Gıda Mühendisliği okuyor. Ankara’dan geçiş yapmış. Hazırlık okurken şehre adapte olduğunu belirten Kaplan’ın ilk zamanları şehri tanımakla geçmiş. Beklentisi yüksek olmadığı için uyum sağlamakta zorlanmamış. Ama Konya’nın insanlarını sevmemiş ilk senelerde. Düşünce yapılarıyla sorun yaşamış. Fakat Konyalı arkadaşlarının aileleriyle tanıştıkça bu önyargıyı aşmış. En çok aradığı şey ulaşım olmuş. Şehirde ulaşım, dolmuş, otobüs ve tramvayla sağlanıyormuş. Fakat hızı İstiklal’deki tramvay gibiymiş. Her yerde bulunabilecek fast food restoranlarının şubesini bulamıyormuş ama buna da alışmış. Konyalılar’ın öğrencileri pek sevmediğini belirten Kaplan, bunun nedeninin de öğrencilerin şehri değiştirdiğini düşünmeleri olduğunu söylüyor: “Esnaf hep kazıklamaya çalışır öğrenciyi, nerden para koparsak kâr diye düşünürler. Uyanık olmak lazım.”
İkili ilişkilerde sorun yaşayabilirim
Can Göktaş (18) İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kazandı. Yakında Adana’dan gelecek. Başta devlet yurduna gitmeyi planlıyormuş ancak fikrini değiştirmiş. Nedenini de şöyle açıklıyor: “İstanbul gibi bir şehirde ulaşım bu kadar önemli bir etkenken, rastgele mevkîde bir yurda gönderilecek olmak büyük risk benim için. Okula yakın olan özel yurtlarla görüştüm. Giriş-çıkış saatleri uygun, odalar temiz, kantinde birinin sizi bıçaklama ihtimali daha düşük, kesintisiz internet var…” Göktaş, mezun ve üst sınıfların Facebook gruplarına girip birkaç kişiyle görüşüp bölümle ilgili bilgi toplamış. İstanbul’un ise araştırarak öğrenilecek bir yer olmadığını bu süreçte anlamış. Öğrendiklerini şöyle açıklıyor Göktaş: “Fakültenin bulunduğu Laleli semti, Rus-Moldova menşeili hayat kadınlarının ve bilumum mafya-vâri amcaların uğrak mekanıymış. Ancak Laleli de Fatih ilçesine bağlı ve Fatih genel olarak muhafazakar bir yer olarak görülüyor. Böyle absürd durumlara alışmam gerekecek sanırım.” Bütün bunlara rağmen kendini hazır hissettiğini belirten Göktaş’ın zorluk yaşayacağını düşündüğü konular arasında ikili ilişkiler ve iletişim geliyor. Aynı zamanda, İstanbul’u aynı/benzer ilgi alanlarına sahip insanlarla da birlikte olma imkanının olacağı bir şehir olarak görüyor: “Dolayısıyla şimdiki kadar asosyal olacağımı sanmıyorum. İnsan The Dark Knight Rises’ı biriyle sinemada izlemek istiyor mesela, DVD’si çıkınca indirmeyi değil.” Göktaş’a İstanbul’la ilgili çekinceleri, tedirginlikleri var mı diye sorduğumuzda ise şu cevabı veriyor: “Kız arkadaşımın şort giydiği için otobüste linç edilmesi, polisin tecavüzüne uğraması ya da rüzgarlı bir günde kafama koca bir camın düşmesi sonucu ölmemi değil de, İstanbul’da yapılan TED Talk’ları, konserleri, festivalleri düşünerek seviniyorum. (Şimdilik)”
Büyük şehrin tadını çıkarın
Yeşim Özbirinci (23) İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden birkaç ay önce mezun olmuş. İstanbul’a Artvin’den gelmiş. Ailesi İstanbul’a kız evlat göndermenin tedirginliğini yoğun bir şekilde yaşamış. Babası yurtlara pek güvenmiyormuş. Bu nedenle gider gitmez eve çıkmış. İstanbul’un hiçbir yere benzemediğini belirten Özbirinci, çılgın gece ve gündüz hayatının önünüze farklı türden insanlar çıkardığını söylüyor: “İstanbul’a geldiğimde artık tamamen kendi başımaydım. Kendi ayaklarım üzerinde durmayı öğrenme vaktiydi. En büyük farklılık buydu benim için. Küçük şehirde insanlar birbirini tanır. Daha samimi ve yardımsever bir ortam vardır. Veresiye alışveriş yapabilirsiniz. Bir yere gitmeniz gerekirse arkadaşınız arabayla hemen bırakır. Trafik yoktur. Daha sessizdir. Geceleri kim kimin kafasında şişe kırıyor diye kalkmazsınız. Masrafları büyükşehir kadar fazla değildir. Büyükşehir de çok fazla çeşitli imkân sunar size. Kimse kimseyi tanımaz ve çok daha rahat hareket edebilirsiniz. Sosyal bir insansanız imkânlar gerçekten önemli. Tiyatro, sergi, konserler, keşfedilecek İstanbul’un farklı semtleri…” Büyük şehrin tadının öğrenip keşfederek çıktığını belirten Özbirinci, hızlı olmaya gerek yok, her şeyin zamanı geliyor diyor.
Ağır depresyon teşhisi konmuş
Burcu Çömlek, Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü son sınıf öğrencisi. Mersin’den gitmiş İzmir’e. Çömlek, devlet yurdunda kalmış ilk olarak. Kendine ait bir odası varken aynı katı, 59 kişiyle paylaşıyormuş. Işık açık ve sessiz bir ortamda uyumaya alışıkmış oysa. Şimdi ışığı açmak bir yana ses çıkarmak bile suçmuş. Yurda bir türlü alışamamış. Sürekli kavga eden kızlar, sabahları günaydın demenin bile tuhaf karşılanması ve yalnız yenen yemekler…
Çömlek, “Her üniversiteye giden öğrenci gibi çıkmıştım evden. Bayramlarda bile gelmeyeceğim eve demiştim aileme. Klasik bıkmış, usanmış tripleri işte. Ama valizi toplayıp yurda geçtikten 5 gün sonra eve geri dönmüştüm. Ailenin yanından ilk defa ayrılmanın verdiği ürkeklik vardı. Sonra hayatın boyunca hiç görmediğin kadar özlem vardı. Uzun süre hep ağladım. Her defasında sebebim vardı. 14 saatlik yolu (ailemin yanına Mersin’e) hiç üşenmeden 3 haftada bir giderdim. ”
Çömlek şehire de alışamadığını çünkü bu şehrin çok rahat olduğunu söylüyor: “Bir arkadaşınla buluşmak istediğinde 1 saat seni bekletip sonra hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorduk planlandığı gibi hareket etmeye. Ya da hiç aramadan gelmeyebilirdi.”
Yurda ve şehre bir türlü adapte olamayan Çömlek insanlardan uzaklaşmaya başlamış ve sonunda gittikleri doktorda kendisine ağır depresyon, panikatak başlangıcı teşhisi konumuş ve ilaç tedavisi görmüş. Sonrasında okulda ilgi alanındaki topluluk üyelikleri ile kendine gelmeye başlamış. Pandomimle hayata dönmüş. Kabiliyeti var mı Çömlek de bilmiyor, ama ona çok şey katmış. Herkesin karşısında dimdik durabilmeyi öğrenmiş.
4 ay sonra döndüm
S.A, Celal Bayar Üniversitesi Muhasebe Bölümü’nde okumak için İstanbul’dan Manisa’ya gitmiş. İstanbul’un kalabalığına, hareketliliğine alışmış biri olarak Manisa’da ne yapacağını bilememiş. Ne bir sinema ne de gezilebilecek bir alışveriş merkezi varmış. Bunları sayıp sınıfta ya da odada isyan edince diğerleri rahatsız olmuş, fısıldaşmalar başlamış. Anlamadığı ve meslek olarak yapmak istemeyeceği bir bölümü zorla sevmeye çalışmış. Finallerin başladığı gün pes edip ailesine telefon açmış, döneceğini söylemiş. Herkes sınav için okula giderken S.A. eşyalarını toplamış ve eve dönmüş. Sadece 4 ay süren macerası pek renkli geçmemiş ama büyümesini ve doğru ya da yanlış karar verebilme özgürlüğüne sahip olmasını sağlamış.
Emlakçı dolandırdı
Anıl Nazım Çebi (23) Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık 4. sınıf öğrencisi. Eskişehir’e Karabük’ten gelmiş. Eskişehir’de yaşamaya başladığında öğrencilerin, iki şehir arasında ne kadar büyük bir fark yaratabileceğini görmüş. Çebi, farkı şöyle anlatıyor: “Eskişehir öğrencilerin egemenliğinde olan bir şehir, halkın muhafazakarlık oranı Karabük’e oranla çok çok düşük, üniversite gençliği sahiplenilmiş ve destekleniyor.” İlk yıllarında yaşadığı en büyük sorun öğrenci evlerinin yoğunlaştığı noktalarda yaşanan hırsızlık olayları, havanın aşırı soğuk oluşu ve hava kuvvetlerinin eğitim uçuşlarının yarattığı aşırı ses olmuş. Bunun dışında ev tutmaya karar verdiklerinde emlakçı tarafından da dolandırılmışlar.
Kültürel farklılık ve diksiyon zorladı
Hasip Tuz (26) İstanbul Aydın Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Drama ve Oyunculuk bölümü öğrencisi. Diyarbakır’dan gelmiş. Ailesi Tuz’u İstanbul’a gönderme konusunda tedirginlik yaşamamış. Tam tersi, 18 kişilik ailelerinde okumaya hevesli bir tek o olduğu için sevinmiş ve destek olmuşlar. Hem aileden uzak olmak hem de kültürel farklılıklar Tuz’u biraz zorlamış. Bunlara bir de diksiyon problemi eklenince ilk zamanlar sıkıntılı geçmiş. Tuz yaşadığı sorunları şöyle anlatıyor: “Gelmiş olduğum toplumun kültür ve dil yapısı bakımından zorlandım. Örneğin derslerimde arkadaşlarım kadar rahat olamıyordum. Kendimi uygulamalı derslerde tam olarak ifade edemiyordum. Bir de bölümümün gerektirdiği düzgün konuşma kısmında biraz zorluklar yaşadım ama hocalarımın yardımları ile üstesinden geldim.”
Hürriyet İK – Zeynep MENGİ