Bir Oryantasyon Hikâyesi: Oluvertasyon
Bir Oryantasyon Hikâyesi: Oluvertasyon
Tam tamına 8 kalem, bir silgi, eksilmiş bir bloknot ve 5 ataç. Masa üstünde düzensiz duruştalar. Akrep 9’u yelkovan 7’yi gösterirken gözlerim tekrar aynı takıma takılıyor. Saymaya başlıyorum yeniden, 8 kalem, bir silgi… Üf amma da sıkıcı oldu bu bekleyiş.
Ansızın aklımda o anlamsız soru beliriveriyor: Hissiz bir varoluş nasıl bir şeydir acaba? Öylece yer kaplıyorsun uzayda, sadece bir silgi olarak, cansız, soluksuz, duygusuz! Amma yaptım ha, şunu da düşündürdü ya bana bu sıkıcı bekleyiş. Pes doğrusu! Oturmuş felsefe yapıyorum kâğıt kalem üzerine. Şimdi de 40 geçiyor 9’u. Sadece 5 dakika mı ilerledi yelkovan? Oysa ki bana bir saat gibi geldi.
Arada sırada kaçamak gözlerle çevreyi izliyorum. Herkes bir telaş içinde. Allah aşkına ne var bu kadar acele edecek? Dosya taşıyanlar, telefonla konuşanlar, bilgisayara gömülü kafalar. Varlığımdan haberdarlar mı acaba? Şurada duran silgiden farklı olduğumdan, soluduğumdan, hissettiğimden haberdarlar mı? İşte biriyle gözgöze geliyoruz ucundan. Kaçırdı mı gözünü ne hemen?
Saat 12:00. Öğle tatili yaklaşmış olmalı. Kafalar yavaş yavaş göğe yükseliyor da oradan anlıyorum. Geriye doğru esneyen bedenler, saatine bakan gözler bir bir dikkat çekiyor. İnsan kaynaklarından Ayşe Hanım, beni ekip arkadaşlarımla tanıştıracaktı sözde! Kapıdan öylece bırakıp gitti beni. İsmimi telaffuz ettim etmesine de kim kimdir henüz öğrenemedim. Neyse ki kapıdan girişte merhabama bir karşılık alabildim. Ve sonra 3 saat girdi aramıza. Heeeeeeey! Biri beni görecek mi? Bugün itibariyle ekibinize katıldım! Önce grup, sonra birebir mülakat ve en son yabancı dil testi. Bütün o zorlu süreç, böylesi bir ortam için miydi?
Saat 12:30. Kıpırdanmalar başladı. İşte yemek zamanı. Hâlâ hayalet konumundayım. O ooo! Biri bana doğru yaklaşıyor.
-Merhaba.
-Merhaba! “Siz yeni alınan personeldiniz değil mi?
-Evet ben oyum. İsmim Neşe.
-Ben de Ece, memnun oldum, aynı ekipte çalışacağız. Öğle tatili başladı. Ekipçe yemeğe gidiyoruz, katılmak isterseniz.
-Teşekkür ederim davetiniz için. İyi olur, acıktım doğrusu, kimse sormayacak sandım. Bir de öncesinde lavaboların yerini öğrenebilirsem?
“Acıktım doğrusu” mu? “Kimse sormayacak sandım” mı? Bunlar nasıl laflar böyle! Daha ilk günden ateşe atılmak istiyorsun sanırım! Henüz doğru dürüst bir iletişim kuramamışken ne gerek var böyle laflar etmeye.
Kendi açımdan sessiz geçen bir yemeğin ardından ofise tekrar dönüş. Aynı yerinde bizim masaüstü takımı. Ben de yerimi alıveriyorum hemencecik, güvenli bir ortama sığınmak niyetiyle. Bu defa, duvarda duran saatle göz göze gelmiyoruz yalnızca; arada bir bakanlar da oluyor yüzüme. Yemeğe birlikte çıkmamız işe yaramış olmalı, her ne kadar sohbet etmemiş olsak da. Ancak hâlâ görev tanımımı ortalarda göremiyorum. Anlaşılan o benden de hayalet!
Sevgili müdürümle karşılaşıyorum sonunda.
-Hoşgeldiniz. Hayırlı olsun. İsminiz neydi?
-Neşe.
-Hah tamam, kusura bakmayın tekrar sorduğum için, öyle çok adayla görüşme yaptık ki geçen haftalarda, isimler iyice birbirine karıştı.
Zoraki bir gülümseme konduruyorum yüzüme. Anlaşılan benden daha esprili olanlar da var!
“Arkadaşlar” diye devam ediyor müdür gruba. “Neşe Hanım’la çoktan tanışmış olmalısınız. İşlerinizin bir hayli yoğun olduğunu biliyorum. Yavaş yavaş paylaşabilirsiniz kendisiyle”
Anlaşılan “ne iş olsa yapılır” görev tanımına sahip olacağım bir süre. Dahası firmayı bile doğru düzgün tanımıyorum. Alışılagelmiş kör topal öğrenme metodunu kullanıyorlar demek. Allah bilir sonra da kurumsal aidiyet duygusunu geliştirmek için bir dizi eğitim aldırıyorlardır çalışanlarına. Yine bilindik son. Ee ne demişler: Balık baştan kokar!
Gaye Önsel