Türkiye solunun şiddetle imtihanı!
Seçim sürecinde lüzumsuz gerginlikler yaşandı. Liderler zaman zaman söylemlerini sertleştirdi, birbirleri için hakarete varan sözler sarf etti. Pazar günü seçimler yapılacak ve saatler gece yarısını gösterdiğinde her parti, seçmenlerin teveccühüne mazhar olma derecesi bakımından, ‘boyunun ölçüsü’nü öğrenmiş olacak. Seçimlerden sonra gerilim azalacak ve siyaset normalleşecek. Siyasîler rutin tarzlarına ve meşgalelerine dönecek. Hükümetin kurulmasının ve yazın geride bırakılmasının ardından, yeni anayasayla ilgili tartışmalar başlayacak.
Seçim sürecinde doğan tansiyon yükselmesi kalıcı olamaz. Bir ülke devamlı yüksek siyasi tansiyon ortamında yaşayamaz. Demokratik siyaset bunu kaldırmaz. Ancak, tansiyonun böylesine yükselmesinde hem iktidarın hem muhalefetin sorumluluğu bulunduğunu vurgulamak gerekir. Özellikle iktidarın durumu ilginç. Eğer ince bir seçim taktiği izlemediyse Başbakan, muhalefetin gerilim yaratma tuzağına düştü. İktidarda olan ve açık ara önde giden bir partinin sakin olması daha akılcıdır. Muhalefet ise tam tersini ister. Her sözünü abartarak, iktidarı öfkeye ve hataya itmeye çalışır. Anladığım kadarıyla seçim kampanyasını projeler üzerine kuran AKP, bu planından önemli ölçüde saptı. Şüphesiz, bunda CHP’nin, DP’ye karşı sergilediği korkunç muhalefetin bir benzerini tekrarlamaya çalışmasının büyük payı var. Ama bu, AKP liderliğinin hatalarını görmemeyi gerektirmez. Gerilimin yükselmesi, büyük ihtimalle, muhalefetin umduğu sonucu da vermeyecek. Benim gözlemlediğim kadarıyla CHP’nin keskin kutuplaşma yaratma politikası seçmeni fazla ‘sarmadı’, sadece zaten CHP’li olan seçmeni hareketlendirdi ve radikalleştirdi.
Gerginliğin tırmanmasına polisin özensizliği ve protesto gösterilerinde orantısız şiddet kullanması da katkıda bulundu. Hopa olayları üzerine Başbakan yanlış bir söylem tutturdu. Sinirlerine hâkim olamadı, öfkeli, dışlayıcı, sert sözler sarf etti. Böyle olunca, sanki polis şiddeti Başbakan’ın doğrudan talimatlarının ürünüymüş tarzı yorumlar yapmak kolaylaştı. Başbakan’ın kendisinin de şiddet mağduru olduğu, otobüsünün taşlandığı, otobüsteki bir polisin başından taşla yaralanıp düştüğü ve hayat mücadelesi verdiği unutuldu. AKP seçim bürolarına 150 saldırı yapıldığı gözden kaçtı.
Ancak, dar ‘öğrenci grupları’nın devamlı içinde olduğu ve çoğu zaman şiddete bulanan olayların tek boyutu polisin tavrı değil. Mutlaka dikkate alınması ve irdelenmesi gereken bir başka boyut daha var: Radikal soldaki şiddet aşkı. Türkiye solu sağı yargılamada ve mahkûm etmede çok mahir, projektörleri kendine çevirmede ise aynı derecede isteksiz. Solun şiddet aşkı vahim bir problem; darbecilik (militarist siyasi şiddet) nasıl ki TSK’nın en azından belli kesimlerinin genlerine sinmişse, şiddet severlik ve şiddet kullanma eğilimi de solun belli çevrelerinin kültürel genlerine işlemiş.
şiddetin tarihçesi
Bunun teşhis ve teşhir edilememesinin önemli bir sebebi solun terminolojisi. Bir diğeri, her seferinde sol grupların kendi şiddetlerini öyle olmasa bile karşı şiddet, şiddete cevap olarak sunmayı başarması. Şiddeti benimseyen sağ kesimlerin kaba vulgarizmine ve doğrudanlığına karşılık, sol şiddet tapıcılığını Orwelyen bir yeni lisan ve sol ile sağın amaçları arasında ahlâkî bir farklılaştırma yapan saçma ama tesirli teorilerle gizlemekte. Ortodoks sol hareketlerin geleneğinde şiddete düşkünlük bariz bir unsur. Bunu sokaktaki sosyalist eylemciye mahsus bir özellik sanırsak yanılırız. Marx’tan Lenin’e, Stalin’den Sartre’a ve Fanon’a radikal sol şiddete tapar. Şiddetin sadece işe yarayan bir yöntem olduğunu düşünmekle kalmaz, onda ahlâkî, insanı arındıran ve yücelten bir öz de görür. İnsana sırf insan olarak ve ayrım yapmadan değer vermez, insanın insana karşı şiddet kullanmasına kategorik olarak hayır demez. Şiddeti yanlış ve doğru şiddet olarak ikiye ayırır. Bu anlayışa göre, mesela, faşist şiddet yanlıştır, ama sosyalist şiddetinin yanlış olması diye bir şey söz konusu olamaz. Sosyalizm, ortodoks hâliyle, zaten kurumsallaşmış ve daimi şiddettir. Sosyalist hareketler siyasî amaçlara ulaşmada şiddet kullanmayı meşru sayar. İktidara gelip yerleşince de muhalifleri temizleyip toplumu dönüştürmek için yine şiddete başvurur. Bu yüzden, bütün radikal sol hareketler, Leninist geleneğe uygun olarak, parti (siyasî organizasyon) kurma ve dergi (propaganda, iletişim ve eğitim organı) yayınlama yanında bir cephe (şiddet aygıtı-askerî kanat) de oluşturur. Radikal sol hareketlerin şiddet aşkını, sosyalist jargona vakıf olmayanların anlaması zordur. Zira, ortodoks sol lisana bakanlar, özgürlük, kardeşlik, eşitlik, barış gibi sözlere cömertçe yer verildiğini görür ve bu kelimelerin normal anlamında kullanıldığını zanneder. Oysa bu lisan, sosyalist pratikten de destek alarak yapı çözüme uğratıldığında, özgürlük derken kölelik düzeninin, kardeşlik derken tek biçimleştirmenin, barış derken herkesin sosyalist olmasıyla çatışma sebeplerinin ortadan kalkmasının (ki bu da bir hayal) ve toplumun kahredici bir siyasî otoritenin emrine girmesinin kastedildiği ortaya çıkar.
Bütün solun şiddete karşı pozisyonunun bu olduğunu söylemek elbette haksızlık. Ancak, solun özellikle ortodoks geleneğine mensup olanların şiddet sarmalından çıkması hayli güç. Bunu başaranlar zaten sosyalist solu terk edip sosyal demokrasiye geçmiş olur. Ne yazık ki, Türkiye’de sosyal demokrat sol bile şiddeti benimser. Darbelerin en büyük destekçisinin milliyetçiler ve sosyal demokratlar olması tesadüf mü? Radikal Türkiye solu ise yıllardır şiddetin meftunu ve gönüllü mahkûmu. Bu yüzden şiddetin her türlüsünü açıkça telin edemiyor, lanetleyemiyor. PKK şiddetini net bir şekilde, ‘ama’lara müracaat etmeden kınayamıyor. Pinochet’yi eleştiriyor ama Castro gibi sosyalist diktatörleri aklıyor ve göklere çıkarıyor. Şiddetin sol olmayanına karşı sert bir söylem tuttururken sol olanını övüyor, yüceltiyor, efsaneleştiriyor. Ortodoks sol aslında karşı ideolojik şiddeti ve polis şiddetini de seviyor. Çünkü daimi kutuplaşmaya ve savaşa dayanan sert dünyasında kendisine yönelik gerçek ve hayali şiddet onun için adeta hayat öpücüğü oluyor.
Günlük olayların heyecanı bu mühim vakıayı gözden kaçırmaya sebep olmasın. Her şeyden önce felsefî ve ahlâkî berraklığa ihtiyacımız var. Cevabını aradığımız soru şu: Türkiye solu, ılımlısıyla radikaliyle, siyasî amaçlara ulaşmak için (ister organize sol ve sağ sivil gruplar, isterse devlet aygıtları tarafından) şiddet kullanılmasına kayıtsız, şartsız, ayrımsız, kategorik olarak karşı mı?
Atilla Yayla