12 Haziran Seçimleri Öncesi Son Durum
Türkiye, tarihinin en önemli seçimlerinden birine hazırlanırken, son düzlükte siyasal tansiyonunun iyice yükseldiği görülüyor.
Neredeyse her gün bir kamuoyu araştırmasının açıklandığı bugünlerde biz açıklanan anketleri değil, sahada şahit olduğumuz hissiyatı resmedip son bir durum değerlendirmesi yapmaya çalışacağız. SETA Vakfı’nın yürüttüğü bir araştırma kapsamında 12 Eylül referandumundan sonra çıktığımız Türkiye turuna, seçim sürecinde ara vermeden devam ettik. Partilerin mitinglerini, görünmeyen yüzleriyle yakından izledik. Bu anlamda size rakamların analizini değil, sokağın nabzını ve sessiz çoğunluğun haleti ruhiyesini tasvir etmeye çalışacağız.
Bugünden görüldüğü biçimiyle 12 Haziran seçimleri toplumun ‘güven’ arayışının ve ‘gelecek’ beklentisinin test edildiği tarihi bir seçim olacak. Bireyler bir yandan önlerini görmek isterken diğer yandan maceraya sürüklenip sahip olduklarını kaybetmek istemiyorlar. İnsanların oy verirken siyasal reformların devam etmesi, yeni anayasa yapılması, açılımların sürmesi vs gibi beklentileri yanında büyük çoğunluğun bu beklentilerden daha çok ekonomik rasyonalite prensibini dikkate aldığını görüyoruz. Bu anlamda insanlar düzenlerinin ve konforlarının bozulmasını istemiyorlar.
Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında siyasal mülahazalarda bulunurken bu partinin 9 yıldır iktidarda olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu zaviyeden bakıldığında AK Parti, yüzde kaç oy alırsa alsın bu seçimlerin en başarılı partisidir. Türkiye gibi her şeyin hızla değiştiği ve insanların sürekli yenilik istediği bir memlekette, 2 yerel, 2 genel ve 2 referandumdan galip çıkmak ve hâlâ birinci parti olmak büyük bir başarıdır. Türk siyasal hayatına dair bütün rekorları egale eden, yapılamaz denenleri gerçekleştiren Başbakan Erdoğan, üçüncü dönemine hazırlanırken, onu başarıya götüren unsurların başında kişisel karizması ve doğuştan gelen yüksek siyasal sezgisi bulunuyor. Siyasal kampanyasını Erdoğan’ın kişisel karizması üzerine inşa eden AK Parti, genel seçimde ilk defa şehirlere dair projeler açıklayarak farklı bir propaganda süreci izledi. Bugün fazla konuşulmasa da ‘Kanal İstanbul’ şimdiden tarihe geçti.
Seçim vaatlerini, ekonomik projeler, yeni anayasanın yapılması ve demokratikleşme sürecinin devam etmesi ile sosyal politikalar olmak üzere 3 ana başlık altında toplayan AK Parti, rakiplerinin ölçüsüz saldırıları karşısında bu seçimlere de favori giriyor. AK Parti’ye ‘muhalif’ olmakla, AK Parti’ye ‘düşman’ olmayı birbirine karıştıran güçler Erdoğan’ın başarısına doğal zemin hazırlıyorlar. Her seçim döneminde yaptıkları hataları tekrarlayarak Erdoğan’ın yolunu açıyorlar.
2002’de Erdoğan’a ‘muhtar bile olamaz’ diyenler, AK Parti’nin birinci parti olmasına imkân hazırladılar. 2007’de Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasına izin vermeyenler, 22 Temmuz seçimlerinde daha da güçlenmesine sebep oldular. Anayasa değişikliğini TBMM’de çözmek yerine referanduma götürenler, Erdoğan’ın yerel seçimde düşmeye başlayan çizgisinin yeniden yukarı taşınmasına izin verdiler. Yani her defasında majör hatalar yapıp, yanlış strateji kurdular.
Ankara bürokrasisinde sıklıkla dile getirilen “Erdoğan gitsin!” karşıtlığının bugün bazı gazeteciler ve aydınlar tarafından dile getirilmesiyle oluşan toplumsal duyarlılık, Erdoğan’ın her defasında daha da güçlenmesini sağladı. ‘Erdoğan’ın elinden olacaksa cenneti de istemiyoruz’ kanaatine sahip bir kesim, toplumda ‘Erdoğan’a haksızlık yapılıyor’ algısını tetikleyip bumerang etkisi yaratıyor. Kısaca, “Erdoğan ne yaparsa yapsın istemezuk!” diyenler farkında olarak veya olmayarak yeni bir Erdoğan iktidarının kapısını açıyorlar. Bu seçimde de benzer bir algının Erdoğan’ı yüzde 45’lerin üzerine taşıdığını söylememiz gerekiyor.
KILIÇDAROĞLU NEDEN BU KADAR VAATTE BULUNUYOR?
Bu soruyu fikirlerine değer verdiğim bir arkadaşıma sordum. Onun bana verdiği cevap ‘Kılıçdaroğlu başbakan olamayacağını biliyor ona sebep bu kadar vaatte bulunuyor’ şeklinde oldu. Gerçekten de Kemal Kılıçdaroğlu, kurultay konuşmalarından başlayarak Genç Parti gibi birçok vaatte bulundu ve bulunmaya devam ediyor. Bu yaklaşım bir parça 1991 seçimlerindeki Süleyman Demirel’in vaatlerini hatırlatıyor ve ona kuşkuyla bakılmasına yol açıyor.
Kılıçdaroğlu’nun kampanyasını genel olarak ‘anti tez’ üzerine kurması ve doğrudan Erdoğan’ı hedef alması dışarıdan bakıldığında doğru gibi gözükse de esasta yanlış bir stratejinin ürünü. Kılıçdaroğlu kampanya süresince kendi yapacaklarını değil daha çok AKP’nin yanlışlarını sıraladı ve Erdoğan’la polemiğe girerek bir anlamda ona kurulan tuzağa düştü. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın belirlediği gündemi izledi ve onun ardında kaldı. Bunun yanında CHP’nin Kürt meselesi başta olmak üzere demokratikleşme konusundaki ‘ezber bozan’ yaklaşımının seçim taktiği mi yoksa öz fikri mi olduğu seçimlerden sonra anlaşılacak.
Seçim sonuçları en çok CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu ve onun partisini etkileyecek. Kılıçdaroğlu’nun alacağı oy hem kendisinin hem de Bahçeli’nin kaderini belirleyecek. Kılıçdaroğlu’nun yüzde 25 civarında alacağı her destek, onun genel başkanlık koltuğunda oturmasını zorlaştıracakken, bu rakamın üzerindeki her oy ise onu sosyal demokratların liderliğine bir adım daha taşıyacak. Bugünden görünen o ki Kılıçdaroğlu, sosyal demokratların makûs talihini yenerek partisini yüzde 25 psikolojik eşiğinin iki ya da üç puan üzerine çıkaracak.
MHP’nin yaşadığı varsayılan baraj sorununun nedenini ‘kasetlerde’ değil, bu partinin 12 Eylül referandumunda takındığı tavırda aramak gerekiyor. Tabanının görüşünün aksine referandumda ‘hayır’ kampanyası yürüten MHP’nin, bu hatasını ‘tashih’ etmek yerine ‘tahkime’ yönelmesi ciddi bir yarılmaya sebep oldu. Bugün yaşanan sıkıntının temelinde dünkü yanlış stratejinin etkisi var. MHP barajı aşsa da aşmasa da bu sorun artarak devam edecektir.
MHP bahsinde üzerinde fazla durulmayan bir diğer husus ise MHP ve CHP’nin kimi yerlerde seçmen geçişkenliği yaşamalarıdır. İki parti arasında ‘bileşik kaplar’ teorisinde olduğu gibi adı konmamış bir benzeşme/aynılık bulunmaktadır. CHP’deki lider değişikliğiyle MHP’den kopmaya başlayan seçmenler milliyetçi hareketin kaderini belirleyecektir. CHP’nin yüzde 30 civarında bir oy alması, MHP’nin doğrudan barajın altına inmesi anlamına geliyor. Bu anlamda Bahçeli’nin kaderi Kılıçdaroğlu’nun siyasal performansına bağlı. Tersinden bir okumayla MHP’nin barajın üstüne tutunabilmesi için CHP’nin çok yüksek oy almaması gerekiyor. Bütün bu değerlendirmeler ışığında sahadaki gözlemimiz odur ki MHP’nin barajın hemen üzerine tutunması sürpriz olmayacaktır.
BDP kökenli bağımsız adayların ‘sert’ söylemleri seçim öncesi hükümeti Kürt meselesinin çözümü konusunda bağlayıcı bir noktaya itmeyi hedeflerken aynı zamanda son dönemde oluşan toplumsal hassasiyeti sandığa tahvil etmeyi amaçlamaktadır. BDP’ye dair en çok merak edilen husus çıkaracağı vekil sayısından daha çok Hakkâri ve Tunceli’de alacağı sonuçla, seçimden sonra nasıl bir yol izleyeceğidir.
Bağımsız seçime girmenin zorluğu, planlamada yapılan hatalar bu partinin 35 vekil hedefini tutturamasa da bölgedeki izlenimlerimiz 27-28 hedefine kolay ulaşacağını ortaya koyuyor. BDP grubunun eklektik yapısı ve güçlü isimlerden oluşması önümüzdeki parlamento döneminin oldukça hareketli ve hararetli geçeceğini gösteriyor.